3 Mayıs 1944 Türk Milliyetçiliği fikriyatının, Türkçülük ve Turancılığın şaha kalktığı gündür.
Peki nasıl?
1944 yılı Nisan ayında Hüseyin Nihal Atsız gençler arasında yayılan “materyalist dalga” nedeniyle, TBMM‘deki bir konuşmasında “Ben milliyetçi ve Türkçüyüm.” diyen Başbakan Şükrü Saraçoğlu‘na iki tane açık mektup yazıp, Türkçülüğün hâlâ hayata geçirilemediğini belirtir.
Ayrıca mektupta Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel‘in emriyle komünist yazılar içeren dergilerin okullara dağıtıldığını ve o sıralarda vatana ihanet suçlamasıyla hapishanede yatan Nazım Hikmet‘e de gizli yollardan para gönderildiğini yazar.
Kendisini Türkçü olarak tanımlayan Şükrü Saraçoğlu, Atsız‘ın her zaman doğru şeyler konuştuğunu – yazdığını bildiği için, bu sözleri derinden hissetmiş ve “Devlet çatısı altında ve hatta yönetimde bulunan bu hainleri, yine devletin parasıyla nasıl beslerim?” diye düşünmüştür.
Dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, 19 Mayıs 1944’te büyük bir “hainlik” vesikası olarak tarihe geçecek bir söylemde bulunmuş, Atsız ve arkadaşlarını çok ağır bir dille yermiştir…
Atsız‘ın gönderdiği açık mektup, halk, meclisteki vekiller ve o dönemde “kızıl tehlike” adı altında gösterilen “Sabahattin Ali, Hasan Ali Yücel, Nazım Hikmet” gibi kişiler arasında tepkiyle karşılanır. Kısa bir süre sonra Sabahattin Ali, Atsız‘a “iftira davası” açar
Sonrasında; Irkçılık-Turancılık davasının gerekçelerinden biri olarak gösterilen Hüseyin Nihal Atsız – Sabahattin Ali davası için Atsız 3 Mayıs 1944 günü Ankara’ya mahkemeye çağrılmıştır.
2 Mayıs 1944 gecesi kimseye haber vermeden geç saatlerde İstanbul Haydarpaşa’dan trene biner ve Ankara’ya doğru yola çıkar, bu arada birbirinden habersiz birçok Türkçü, Turancı gençler Atsız’a destek vermek için ellerinde pankartlarla Atsız’ın 3 Mayıs 1944 sabahı varacağı Ankara Tandoğan garı önüne toplanmıştır.
Her ne kadar bazı Türk düşmanlarınca karalanmaya çalışılsa da, Atsız Ata’nın yazdığı büyük eserler, Türk Yurdu‘nda yaşayan genç bozkurtları uyandırmaya yetmiştir. Atsız Ata ile birlikte, Türkçü düşünür Reha Oğuz Türkkan gibi birçok kişinin böylesine bir davada yargılandığını gören ve birbirlerinden kesinlikle haberleri olmayan gençler, hemen Ankara’ya akın ederler.
3 Mayıs 1944 günü Atsız Ankara’ya ulaştığında yer yerinden oynar binlerce genç Atsız’ı büyük sevgi gösterileri ve çiçeklerle karşılarlar. H. Nihâl Atsız’ı omuzlarına alarak slogonlar ve marşlar eşliğinde destek verirler…
” Ankara nümayişi” olarak adlandırılan vak’a Atsız’ın mahkemedeki konuşmasına müteakip gençlerden birinin “kahrolsun komünistler” şeklindeki bağrışı bütün kalabalık tarafından tekrarlanmış ve soncunda ise büyük bir kalabalık Ulus Meydanına doğru yürüyüşe geçmiştir.
Bu protesto vakasında kayda değer olan husus tek parti döneminin sesiz, itaatkâr, tepkisiz bir toplumun ilk defa meydanlara inerek protestoda bulunması, hiç görülmemiş böyle bir olayın etkisinin de geniş ve şiddetli olmasına sebep olmuştur.
Bu güne kadar toplumsal muhalefet hareketlerine pek alışık olmayan polis bu olaya şiddetli bir yöntemle müdahalede bulunmuş ve pek çok gösterici genci göz altına almıştır.
3 Mayıs 1944′te mahkeme salonunda savunmasını verirken adliye binasının içi ve dışı binlerce bozkurtla dolmuştur. Aynı anda Türkçülerin bu denli bir gövde gösterisi yaptığı dönemde onların gücünü kırabilmek adına, mahkeme çevresinde toplanan ve “Yaşasın Atsız, kahrolsun komünizm!” diye bağıran Türkçü gençler, şiddetle gözaltına alınmış ve gözaltında bulunan yaklaşık 165 genç öldüresiye dövülmüştür.
Tek suçları vatanlarını ve Türklüklerini sevmeleri olan bu gençlere, görülmemiş işkenceler uygulanmıştır.
Öyle işkenceler yapılmıştır ki, gözaltındaki genç Türkçülerin kafaları yarılmış, her yeri moraran gençlerin üstü başı kan içinde kalmış, kolları ve kaburgaları kırılmıştır.
Bu kargaşada Atsız da tutuklanarak “tabutluklara” gönderilmiştir. Bir insanın bile içinde oturamayacağı, sadece bir tabutun sığacağı kadar küçük odacıklardan oluşan bir çeşit “hücre” olan tabutluklarda, Atsız Hocamız 2-3 gün aç bırakılmış ve çeşitli işkencelere maruz bırakılmıştır.
“Irkçılık-Turancılık davası” resmen 18 Mayıs 1944 tarihli bir hükümet kararnamesiyle başlamış, uzun süren duruşmalardan sonra 31 Mayıs 1947’de sona ermiştir.
İstanbul Sıkıyönetim Komutan’ının emriyle, önce kırktan fazla kişinin gözaltına alınıp sorgulanması ve sonra bunlardan yirmi üç kişi hakkında dava açılması, “yıkıcı bir ideoloji”yi yaymak ve bu ideolojinin siyasi amaçlarını gerçekleştirmek üzere yasa dışı örgüt kurmak iddiasına dayandırılmıştır.
Davada toplam 23 sanık yargılanmıştır.
* İstanbul Tophane Askeri Hapishane’sinde bulunan asker sanıklar;
1-Hasan Ferit Cansever, Dr. yüzbaşı
2-Fethi Tevetoğlu, Dr. üsteğmen
3-Alparslan Türkeş, Piyade üsteğmen
4-Nurullah Barıman, Piyade teğmen
5-Zeki Özgür(Sofuoğlu) , Topçu asteğmen,
6-Fazıl Hisarcıklı, Ulaştırma asteğmen
Aynı cezaevinde bulunan sivil sanıklar;
7-Nihal Atsız, Edebiyat Öğretmeni
8-Hüseyin Namık Orkun, Tarih Öğretmeni
9-Nejdet Sancar, Balıkesir Lisesi Edebiyat Öğretmeni
10-Saim Bayrak, Temyiz Mahkemesi Evrak Memuru
11-İsmet Rasin Tümtürk, İstanbul Belediyesi Murakıbı
12-Cihat Savaşfer, Y. Mühendis Mektebi Öğrencisi
13-Muzaffer Eriş, Y. Mühendis Mektebi Öğrencisi
14-Fehiman Altan, Y. Mühendis Mektebi Öğrencisi
15-Yusuf Kadıgil, Lise Öğrencisi
16-Cebbar Şenel, Adana Adliyesi’nde Hakim Adayı
* Sansaryan Han’da bulunan Emniyet Müdürlüğü hücrelerinde bulunan sivil sanıklar;
17-Zeki Velidi Togan, Türk Tarihi Profesörü
18-Orhan Şaik Gökyay, Ankara Konservatuarı Direktörü
19-Hikmet Tanyu, İçişleri Bakanlığında Memur
20-Reha Oğuz Türkkan, İ.ü. Doktora Öğrencisi
21-Hamza Sadi Özbek, Aydın Maliye Tahsilat Şefi
22-Cemal Oğuz Öcal, Gazi Eğitim Enstitüsü Öğrencisi
23-Said Bilgiç, Ankara Adliyesi’nde Hakim Adayı
Aynı davadan sanık olarak Mehmet Külahlıoğlu ve Osman Yüksel Serdengeçti de bir süre tutuklu kalmışlardır…
Davanın Sonucu:
Dava, İstanbul 1 Numaralı Örfi İdare (Sıkıyönetim) Mahkemesinde görüşülmeye başlanmıştır. 65 oturum süren davada toplam 23 sanık yargılanmıştır.
Davadan 13 sanık beraat etmiş. Zeki Velidi Togan, Alparslan Türkeş, Nihal Atsız, Reha Oğuz Türkkan, Cihat Savaş Fer, Nurullah Barıman, Fethi Tevetoğlu, Nejdet Sançar, Cebbar Şenel ve Cemal Oğuz Öcal gibi sanıklar da 26 Ekim 1945’e kadar tutuklu kalmışlardır.
Temyiz edilen karar daha sonra 2 numaralı sıkıyönetim mahkemesince bozulur.
Böylece Atsız 1,5 yıl tutuklu kaldıktan sonra 23 Ekim 1945 tarihinde tahliye edilir.
Nihal Atsız Hoca, Askeri Temyiz Bozma kararında şu şekilde ifade verir.
“ KİMSEDEN HAKSIZ YERE BİR ŞEY TALEP ETMİYORUZ.
ATALARIMIZDAN KALAN MİRASIN MEFAHİRİMİZİN GÖMÜLÜ OLDUĞU TOPRAKLARIN BİZİM OLMASI ÜLKÜSÜNÜ KALBİMİZDE TAŞIYORUZ. ORALARI UNUTMAMAK İSTİYORUZ.
BEN BUNLARI ŞAHSIM İÇİN İSTEMİYORUM. ORALARDA ÇİFTLİK VEYA APARTMAN YAPACAK DEĞİLİM.
MİLLETİM İÇİN DÜŞÜNDÜĞÜM HAKLARDAN DOLAYI KİMSE BANA VATAN HAİNİ DİYEMEZ.
BU ÇİRKEF İFTİRAYI İADE ETMEYE DE TENEZZÜL ETMİYORUM.
KİMİN HAİN, KİMİN VATANPERVER OLDUĞUNU TARİH TAYİN EDECEKTİR.
HATTA ETMİŞTİR BİLE. “
Cumhuriyet tarihine 3 Mayıs 1944’ten öncesine bakarsak, Türk Milliyetçiliği fikriyatı ve Türkçülük dergi çıkartılarak, kitap basılarak, yazılarla ve kalabalık olmayan toplantılarla daha çok fikri olarak yayılıyordu.
Sokağa iniş veya aksiyoner bir hareket ilk defa 3 Mayıs 1944 günü Ankara Tandoğan Garı önüne toplanmış Türkçü gençlerle gerçekleşmiştir.
O zamana kadar milli şef adıyla “tek parti” diktasında geçen onca yıldan sonra, Türk Milleti adına Türk Milliyetçileri ve Türkçü Turancılar sahaya inmiş, “BİZ VARIZ” demiş, diktaya baş kaldırmış ve sonraki nesillere örnek olmuşlardır.
3 Mayıs 1944 işte bu yüzden Türk’ün Türkçülüğün şaha kalktığı gündür.
Türkçülerin şaha kalktığı,
Zalime boyun eğmediğini gösterdiği,
Sahalara indiği,
“BİZ VARIZ” dediği gündür.
3 Mayıs’ın ilk yıldönümü 1945 senesinde o sıralarda Tophane’deki Askeri Cezaevinde tutuklu bulunan bir avuç Türkçü tarafından örtüsüz bir masa etrafında yapılan bir toplantı ile anılmış, daha sonraki yıllarda ise çeşitli törenlerle kutlanmış ve Türk Milliyetçilerinin bir geleneği olmuştur.
3 Mayıs daha sonraki yıllarda merhum Atsız’ın da arzusu doğrultusunda 1954 yılından itibaren TÜRKÇÜLER GÜNÜ olarak anılmaya başlanır.
Bugün Türkçülüğü “yumuşatmak adına” 3 Mayıs’a ‘milliyetçiler/milliyetçilik günü’ diyen bazı gafiller vardır…
Bu gafiller bilmelidirler ki;
Bizim Türkçülüğümüz, “bin yıllık kalleşlere” hoş gözükmek için taviz verilecek bir yaşayış değildir.
Türk doğduk, Türk’ü seviyoruz ve Türk’ü yükseltmek için Türkçüyüz…
Türk’ün acuna egemen olup âleme adalet getirmesi için Turancıyız…
Türk Birliğine ulaşma yolundaki Milliyetçi Türkiye için de Türk Milliyetçisi’yiz…
Türklüğün üzerinde kara bulutlar dolaşırken,
Türkçü-Milliyetçi ayrımı yapmak ancak Türk düşmanlarının işine yarar.
Ve gerçek anlamıyla Türk kanı taşıyan;
Türkçülük sözünden GOCUNMAZ!
3 Mayıs Türkçüler Günüdür!
Bilmeyenlere itina ile duyurulur!
Türk’üz yılmayız!
Türkçüyüz durmayız!
Turancıyız ata yolundan ayrılmayız!
Milliyetçiyiz Türk’ün kaderini düşmana bırakmayız!
3 Mayıs 1944’ü ve 3 Mayıs kahramanlarını unutmayız!
3 Mayıs Türkçüler Günü, Türk’ün diriliş günü Türk Milleti’ne kut’lu olsun…
3 Mayıs 1944 ruhunu Yaradan bu milletten almasın!
3 Mayıs kahramanları…
Sizleri ve gösterdiğiniz cesareti;
Unutmadık, unutmayacağız ve and olsun ki unutturmayacağız!
Ruhunuz şad, durağınız Tanrı Dağları, mekanınız cennet olsun…
Türklük için verdiğiniz mücadele hepimize örnektir.
Selam ve saygılarımla…
TÜRK IRKI VAR OLSUN!
Murat ÇALIK