Bu bir istişare yazısıdır, lütfen sadece başlığı okuyarak eleştirmeyiniz…
Daha yazının başında bazı kardeşlerimin belki de yazıyı okumaktan bile vazgeçeceğini ( siz yine de okuyun) bildiğim bir cümle ile başlayayım;
Oldum olası belki de Türk dil kurumundaki anlamından dolayı(*) Türk ırkçılığı sözüne ısınamadım gitti.
Nedenini anlatayım isterseniz;
Dünyada;
Irkçı germen,
Irkçı rus,
Irkçı ingiliz var…
ama dünyada, Türkçü sadece Türk’te var…
Türkçü;
Türk ırkını sever, her türlü haksızlığın, adaletsizliğin ve zulmün olduğu acunda Türk ırkını diğer ırklara ve topluluklara adalet sağlayacak güç olarak görür ve ırkını yükseltmek ve dünyada hak ettiği yere getirmek için çalışır.
İşte bu yüzdendir ki Türkçü;
Türk’ü yükseltir, kendini değil!
Irkçılık bahsini açmışken, Türk’ün acunu yönetme ülküsüyle ilgili olarak, Türk Milliyetçisi hatta bazıları tarafından Türk Irkçısı diye bilinen Başbuğ Mustafa Kemal Atatürk’ün bir sözünü irdelemekle yazımıza yön verelim;
Mustafa Kemal Atatürk’ün;
“Ne mutlu Türk’üm diyene” sözü aslında irdelendiğinde Türkler’in söyleyebileceği bir söz değildir.
Türk neden “Ne mutlu Türk’üm diyene” desin?
Olsa olsa, “Ne mutlu Türk’üm der”…
Bu söz aslında bize bu sözün;
Türk’ün yönetimde bulunduğu ve töresiyle uygulayıcı unsur olduğu Türk yurdunda yaşayan ve aslı Türk olmayanların söylediği bir söz olduğunu göstermektedir.
Türk’ün yönetimi altında yaşayan Türk olmayanlar;
“Ne mutlu Türk’üm diyene” diyerek, Türk’ün adil yönetimi altında olmanın “ayrıcalığını” belirtmişlerdir.
Şimdi bunca açıklamadan sonra diyebiliriz ki;
Türkçü, diğer ırkları sevmek zorunda değildir ama Türk yönetmeye talip olduğu için, en azından kendisine düşmanlık beslemeyen ırklara saygı duymak ve eğer o ırkların yönetimine talipse o yönetimde adil olmak zorundadır.
İşte bu yüzden hep;
Ne mutlu Türk’üm ve Ne mutlu Türkçüyüm derim…
Türkçülük ve Turancılık ayrı değildir. O yüzdendir ki, Türkçü ve Turancı demek yerine, Türkçü Turancı demeyi her zaman yeğlerim.
Bununla beraber altını çizmek gerekirse Türkçülük siyasî bir fikirdir ve partiler üstüdür.
Siyaset demek yönetime talip olmak demektir.
Eğer yaşayışını, fikrini ve ideâlini yönetime getirmek istemiyorsan senin fikrin senle kalır ve fikrin yüceleceğine sadece kendi kendine gelin-güvey olmuş olursun.
Tabii olarak Türkçüyüm, Türk Milliyetçisi’yim, Turancıyım…v.s diyen bir siyasî kuruluşun en azından programında Türk Milliyetçiliği, Türk Birliği…v.s gibi Türkçü olduğunu gösteren maddelerin olması gerekir.
Bu konu hakkında Atsız Hocam’ın Türkçülük ve Siyaset adlı makalesini ısrarla öneririm.
Ayrıca “ırkçılık” söz konusu olduğunda, hep birileri 44’te ırkçı, turancı suçlamasından dolayı olmadık eziyetler gören 19 Şubat 1945 tarihinde ”Irkçı ve Turancı olduğum için mahkûm olursam bu mahkûmluk hayatımın en büyük şerefini teşkil edecektir.” sözünün sahibi Atsız Hocamız’ı önümüze getirirler.
Hâlbuki; Atsız Hocamız’da özellikle 1945’ten sonra ırkçılıktan daha çok Türkeli’nde yaşayan başkalarının kendini “bizden” ayrı saymalarından dolayı Türk’ün her şeyde kendine dönme görüşü hâkimdir.
Atsız Hocamız’ın bütün yazıları incelenirse, O’nda Alman Nazi ırçılığı, Mussolini tipi Faşizm veya da Güney Afrika’da ve bir zamanlar Amerika’da uygulanan siyah-beyaz ırkçılığın olmadığını göreceğiz.
Atsız Hocam’da ki ırkçılık hiçbir vakit Nazi ırkçılığı değildir.
O hiçbir kimseyi biyokimya lâboratuvarına sevk ederek kanını tahlil ettirmemiştir, kafatası ölçümleriyle ilgili de oğlu Yağmur Atsız’ın günümüzdeki sözleri bu duruma bakışını özetlemiştir.
Eğer Atsız TDK tanımı gibi bir ırkçı olsaydı, Edirne’de çıkardığı Orhun Mecmuası’nın daha ilk sayısında; Hitler İktidarı’nın Alman Irkçılığı Uygulaması karşısında, biyoloji hocamız Ömer Bediî Beğ’in (Rasistler-Irkçılar Karşısında Biyolojik Haile) adlı yazısına yer verir mi idi?
Eğer Atsız Hocamız ırkçılığın gereği olan SADECE kan bağını kabul etmiş olsa Türk Ülküsü kitabının 20. Sayfasında;
“Türkçülere yedi, hatta yirmi kusak ilerisine kadar soy kütüğü arayan kimseler diye iftira ediliyor.
Tatbik kaabiliyeti ve arastırma imkânı olmayan bu safsatalar ancak moskofçuların ve baska düsmanların uydurmasından ibarettir.
Her zaman verdiğimiz örnekleri yine tekrarlayalım:
En büyük Türkler’ den biri olan Yıldırım Bayazıd’ın anası Türk değildir. Hangi Türkçü onu Türklük kadrosundan çıkarmıstır veya çıkarabilir?…”… der miydi?
Yine Türk Tarihinde Meseleler adlı kitabının 41 ile 52. Sayfalarının arasında annesi Türk olmadığı bilinen Osmanlı Padişahları hakkında, o yüceltici sözleri söyler miydi?
Yine Arnavut olduğu bilinen Mehmed Akîf Ersoy hakkında Kızılelma Dergisi’nin 1947’de çıkardığı 9. sayısında;
“Akif, şair, vatanperver ve karakter adamı olmak bakımından mühimdir. Şairliğine kimse itiraz edemez. Onun oldukça bol manzum eserleri arasında öyle parçalar vardır ki Türk edebiyatı tarihinde ölmez mısralar arasına girmiştir.
(…)
Çanakkale şehitleri için yazdığı şiir kafidir. Başka söz istemez…
Akif insandı, dönmedi ve öyle öldü…”..der miydi?
İsterseniz bu konuda, Yılmaz Öztuna Hocamız’ın bir sözünü paylaşayım;
“Atsız, 1945’ten önce şüphesiz Türk ırkçısı idi (…) Atsız’ı ırkçılığa sürükleyen, Türkiye’deki azınlıkların ırkçılığı olmuştur.” (**)
Atsız’ı okuyup ve o zamanın dünya ve Türkiye konjuktürü incelenince, Atsız Hoca’nın “kan” ırkıçılığından çok, soyculuğu savunduğunu bununla beraber gayriTürk unsurların yönetimde olmasını eleştirdiğini ve Türk kültürünün asimile edilmesine karşı çıktığını göreceğiz. Bütün bunlar Atsız’ın tam anlamıyla bir Türkçü olduğunu bize gösterecektir.
Bütün bunları neden yazdığımı açıklayayım isterseniz.
Irkçılık; Türk’ün yükselmesini isteyen ve Türk’ü sadece “kan bağından değil”, bununla beraber bir yaşayış, kültür ve duruş olarak gören Türkçüleri tanımlayacak bir kelime değildir, olamaz…
Zirâ, Irkçılığa göre, Türk’çe konuşmasa, Türk’çe yaşamasa, Türk’çe duruş göstermese bile Türk kanından gelen yeğdir.
Lâkin Türkçüye göre, SADECE “kan” bağı ile Türk olmak yetmez, Türk’ün rüyasını bile Türkçe görmesi, Türk’çe konuşması, Türk’çe yaşaması ve Türk’ü yükseltmek için çabalaması gerekir.
Bu yüzdendir ki, özellikle Türkçüler ve dâhi Türkçülük nedir bilmeyenler’de bir kavram karmaşası olduğu açıktır.
Günümüzdeki bunca kavram karmaşası varken bir şeyin altını çizmek lâzım gelmektedir…
Biz kendimizi ifâde ederken Türkçü diye ifâde ediyoruz.
Bizim Türkçülüğümüz,
“Bin yıllık kalleşlere” hoş gözükmek için taviz verilecek bir yaşayış değildir.
Türk doğduk, Türk’ü yükseltmek için Türkçüyüz,
Türk’ün Cihana hakim olup âleme nizam vermesi için Turancıyız,
Türk Birliğine ulaşmak için gereken Milliyetçi Türkiye için de Türk Milliyetçisi’yiz…
Şu günlerde Türklüğün üzerinde kara bulutlar dolaşırken,
Türkçü-Milliyetçi ayrımı yapmak ancak Türk düşmanlarının işine yarar.
Ve gerçek anlamıyla Türk kanı taşıyan;
Türkçülük sözünden GOCUNMAZ!
Türkçülerin ağabeyi, Nejdet Sançar Hocamız’ın;
“Hadiseler ve tecrübeler şunu ortaya koymuştur ki,
Türkçü; YÜREKLİ, SABIRLI ve PLANLI(*) olmaya mecburdur.
Yürekli olmayan bir genç, Türkçülüğün engelli ve ıstıraplarla dolu yolunda uzun zaman yürüyemez.
Bu hep böyle olmuştur.
Ama dökülen dökülmüş, yorulan durmuş, fakat yürekliler yollarına devam etmişlerdir.”
(Türkçülük üzerine Makaleler; DEVLET- TÖRE YAYINEVİ 1976)
…sözü aslında, “her şeye gider yapmakla”, “alayına isyan” , “hiç kimseyi beğenmeyip” sadece “ben varım” demekle, “kendi kendime iki tane yürüyüş yaptım” demekle, gelene gidene sövmekle, bir iki bölücü dövdüm demekle Türkçü olunmayacağını açık olarak göstermektedir.
Türkçü her şeyden önce, yürekli olmalıdır. Ama sadece yürekli olmak da yetmez, ideallerini gerçekleştirmek için sabırlı, planlı ve bu planları ortaya koymak için teşkilâtlı olması gerekmektedir.
Türkçülük, Türk’ü yükseltmekle olur…
Bu da hem aksiyon anlamında hem faaliyet anlamında hem de fikir anlamında bir şeyler ortaya koymakla olur.
Eğer zamanında Gaspıralı, Yusuf Akçura, Ziyâ Gökalp şunları yazmış, şu fikirleri beyan etmiş, bu fikirler kanundur, üzerine bir şey koymadan, üzerinde düşünmeden, sorgulamadan sadece bunları uygulayalım günün gereklerine göre yorumlamayalım denilseydi,
Herhâlde şu an Atsız Hoca’yı konuşmuyor olacaktık.
Bu yüzdendir ki;
Fikrini ve ideâlini, “ütopya”dan gerçeğe dönüştürmek için düşünmeyen, sadece günlük olaylara tepki vermekten öteye gidemeyen pratiği zayıf ümmetçi ile pratiği zayıf Turancı arasında gram fark yoktur!
İkisi de, atıp tutar ama ikisine de sorsanız, birilerinin “ütopya” dediği ülkülerine nasıl ulaşacaklarını ve eğer ulaşırlarsa, nasıl bir yönetimle bu ülküyü daha ileri götürecekleri hakkında bir şeyler söyleyemezler. Kendinden önce bu idealler uğruna çalışanların yaptıklarının ve söylediklerinin üzerine bir tuğla bile koymazlar.
Demek ki;
Türk’ün yükselmesini, cihana hâkim olmasını isteyen Türkçü, ırkçılık gibi sadece “kan bağı” ile ilgilenen bir terimle kendini ifâde etmemesi gerekir.
Eğer etmeye kalkarsa, Türk’ün uzak ülküsü Kızıl Elma’dan yani acun’u yönetme ülküsünden uzaklaşır.
Siz hiç tarihte ırkçılığı benimsemiş bir liderin veya milletin, yönetimi altındaki topluluklara zulmetmeden yönettiğini okudunuz mu?
Günümüzde Türkçü olmak zordur.
Bu yüzden Türkçüler olarak her şeyden önce “ben”liği bırakıp, doğru anlamda teşkilâtlanmamız gerekmektedir.
Türkçüler olarak önceliğimiz;
Türk’e; Türk olduğunu, Türklüğün ne olduğunu ve “önceliklerini” bıkmadan, usanmadan ve hakaret etmeden anlatmaktır.
Bunu yaparken hak edene, haddini bildirmek de olmazsa olmazımızdır!
Bu yolda giderken “kırmızı çizgilerimiz” Türk Töresi’dir…
Her şey Türk için,
Türk’e göre,
Türk tarafından diyenlere selâm olsun…
Tanrı Türk’ü Korusun ve Yüceltsin!
Murat ÇALIK
…
Not: Bu tarifleri bazılarınız beğenmeyebilir veya kabul etmeyebilir…
Sizden ricam bu konu hakkında düşünmenizdir.
Varmak istediklerimiz ve ülkümüz bir olduktan sonra her türlü anlaşmazlığın çözülebileceği kanaatindeyim..
(*) Irkçılık : İnsanların toplumsal özelliklerini biyolojik, ırksal özelliklerine indirgeyerek bir ırkın başka ırklara üstün olduğunu öne süren öğreti. (Kaynak: TDK)
(**) Türk Tarihinden Portreler, Yılmaz Öztuna, Ötüken Yayınları