İnsanın zamanı, kainatı ve dünyayı anlayışı; gözleri ile gördükleri, gördüklerini anlayabildikleri, anlayabildiklerini hissettikleri, hissettiklerini hatırlayabildikleri ve bu dördünün bünyesindeki etkileşimleri ile hayal edebildikleri kadardır…
İnsan kaç yıl yaşarsa yaşasın, hayatının son anına geldiğinde, biri ona “ne yaşadın” diye sorsa vereceği cevap işte o insanın dünyası o insanın kainatı hatta o insanın zamanıdır ve bütün bunların onun açısından tasviridir.
O yüzden Orhun Yazıtları, Kültigin Abidesi, Kuzey yüzü, 10. Satır’a Bilge Kağan’ın oğlu ve Kül Tigin’in ise yeğeni Yollug Tigin aynen şöyle kazımıştır;
“Öd Tengri yaşar kişi oglı kop ölgeli törümiş”
Yani “Zamanı Tanrı yaşar. İnsanoğlu hep ölmek için türemiş…”
İnsan için zaman da, kainat da, dünya da o insana özeldir.
Halbuki gerçek kainat ve gerçek dünya o insanın yaşadıkları ile sınırlı değildir.
Onun gibi geçmişte, şimdi ve gelecekte yaşayanların birleşiminden oluşmuştur, dünya ve kainat.
Gerçek zamanı ise ancak ve ancak Tanrı yaşar. Ölümlülere gelince, onlar “kendilerine verilmiş gerçek değil onlara özel zamanı” yaşarlar…
Sonuçta her insanın dünyası bir değil ise pek tabi derdi de bir olmaz, her insanın sınavının da başarısının da başarısızlığının da bir olmadığı gibi…
Bu akşam benimle aynı yaşta Meksikalı Alejandro Monteverde’nun yönettiği ve senaryosunu yazdığı, yaşanmış bir olayı anlatan 2023 yapımı “Sound of Freedom” ( Özgürlüğün Sesi) filmini seyrettim…
Sounds of Freedom, hayatını, çocukları küresel seks tacirlerinden kurtarmaya adamak için işini bırakan, eski bir ABD hükümet ajanı olan Tim Ballard’ı ve yaşadıklarını anlatıyor.
Yaşanmış bir olayı muhteşem bir kurgu ve görsel ve işitsel bir şölenle anlatan Alejandro Monteverde, insanın zaman, dünya, kainat ve dert algısını sorgulatıyor…
Bizler insan olarak yaşayan canlılar içerisinde “öleceğini bilen” ve fakat hayatının büyük çoğunluğunda bu gerçeği unutarak yaşayan bir varlığız.
Kişisel olarak zamanın sadece kendimize ait olduğunu, dünyanın sadece bizim etrafımızda döndüğünü ve hatta kainattaki en büyük dertlerin bizde olduğunu zanneden garip bir canlıyız…
Mutluluğumuzda da mutsuzluğumuzda da o an “en” biz oluruz…
En mutlu… En mutsuz…
2 saat 11 dakikalık bu muhteşem filmi seyrettikten sonra derdimizin veya kendimize dert olarak gördüklerimizin, fedakarlık yaptığımızı zannetiklerimizin veya fedakârlık gördüklerimizin aslında “en” olmadığına bir defa daha şahit oldum…
Tanımadan, yoldan geçerken görsek belki de “yabancı” deyip kafamızdan “ahlakını, inancını, ırkını vs” sorgulayacaĝımız Tim Ballard’ın insanlığa nasıl insanlık dersi verdiğini gördüm…
Uzun uzadıya yazmaya gerek yok…
Hayatım boyunca birçok film seyrettim ve sinema konusunda kendisine sinemasever diyenler ile sabahlayacak kadar da bilgim vardır.
Fakat bu film gibi beni derinden etkileyen çok az film vardır…
Siz de hayatınızın 2 saat 11 dakikasını ayırıp odaklanarak Sound of Freedom ( Özgürlüğün Sesi) filmini seyredin…
Bakalım siz neyi sorgulayacaksınız?
Selam ile…
Murat ÇALIK
05.05.2024