Türk Milliyetçiliği fikriyatına gönül vermiş ve yaşam biçimi hâline getirmiş bizler için isimlerden önce fikirler gelir lâkin bu yazımda özellikle bir isimden bahsedeceğim.
Bahsetmemin sebebi ise birinci olarak özellikle 10 Kasım 1938 sonrasından bu güne “neden bu hâldeyiz? Ve nasıl böyle olduk?..” sorularına cevap vermek, İkinci olarak ise Atamın huzurunda diz vurup dua etmek amacıyla gittiğim Anıtkabir’de yaşadığım sinir harbi dolayısıyladır.
Evet bahsedeceğim isim “resmi tarih”in bize Atatürk’ün çoook “yakın arkadaşı” , “dava yoldaşı” diye anlattığı millî şef (benim deyimimle kinli şef) İsmet İnönü’dür.
Peki neden bir isim üzerine yazıyorum?
Çünkü bugünkü bulunduğumuz perişan hâlin sebeplerinin başında bu ismi gördüğüm için yazıyorum, çünkü belgeler ortadayken ve o dönemi yaşayanlar olanları biliyorken inatla birilerinin gerçekleri göz önüne sermemelerinden dolayı yazıyorum, çünkü hak etmeyen birinin Atam ile aynı kabir yerini paylaştığı için yazıyorum…
” İsmet Paşa’yı ben bilirim, bizim zayıf anımızı kollayacaktır…” (1)
Mustafa Kemal Atatürk – 7 Kasım 1937
İsmet İnönü’nün, “Defterler 1919-1973” ismiyle günlükleri yayınlanır. Ancak, günlüklerde, 1938 yılında Atatürk ve İnönü arasında yaşananlar yoktur. NUTUK’ ta da, 1919 Samsun’a çıkışın öncesinin hikâyesi anlatılmaz.
Her nedense “resmi tarih” anlayışı ile yazılmış klasik tarih kitaplarında Atatürk- İnönü arasındaki kırgınlık hatta kavgadan bahsedilmez veya çok üstün körü geçilir.
Bu kırgınlık, kavga…v.s adına her ne derseniz deyin “kişisel” bir tavır, şahsi bir mesele olmaktan ilerleyen yıllarda çıkmış, bir ülkenin yanlış yönetilmesi hatta bütün dinamiklerinin temeline dinamit koyulması hâline gelmiştir.
İşte bu yüzden bu kavga-kırgınlık Türkiye Cumhuriyeti tarihi ve dahi yakın günlerde yaşadıklarımız nedeniyle çok önemlidir.
Atatürk ve İnönü arasındaki kırgınlık ne zaman başladı?
O zamanda yaşayanların anılarında, Başbakan İsmet İnönü ile Cumhurbaşkanı Atatürk arasındaki ilk kırgınlığın 1928 senesindeki yapılacak olan “Harf İnkılabı” nedeniyle olduğu görülmektedir. (2)
İsmet Paşa, biraz da Enver Paşa’nın zamanında yaşadığı ‘huruf-ı munfasıla’ meselesi dolayısıyla (1. Dünya Savaşı öncesinde Enver Paşa, askeriyenin resmi yazışmalarında ‘huruf-ı munfasıla’ adı verilen yeni bir yazı sisteminin kullanılmasını emretmiştir) harf inkılabına karşı çıkmış fakat karşı çıkmasına karşın yine de harf inkılabı yapılmıştır.
O zamanda yaşayanların anıları, İsmet İnönü Başbakanlık döneminin (4 Mart 1925 – 25 Ekim 1937) ekonomik şartları ve o dönemlerde yaşanılan ekonomik dar boğazlar incelenirse, İsmet İnönü’nün Sovyet Rusya’nın sanayileşme modeli olan “Devlet Modeli Sanayileşme” yani ekonomideki komünist sistem olarak bilinen “Devlet Kapitalizmi” anlayışı yüzünden Türkiye Devleti’nin İnönü Başbakanlığı’ndaki 12 senede kalkınma için yapılan teşebbüslere İnönü’nün engel koyduğu veya yavaşlattığı, kalkınmanın İnönü’ye rağmen gerçekleştiği fakat yavaş gerçekleştiği, gerçekleşme sebebinin de Atatürk’ün, Karma ekonomi modelini benimseyen Celal Bayar ile beraber yaptığı “ayarlamalar” nedeniyle olduğu görülecektir.
“Atatürk özellikle 1928’den sonraki geçen zamanda devlet eliyle fazla sınai tesisler üretilmediğini, özel sektörün şeker, kağıt ve çimento fabrikalarını hızla üretime açtığını görünce, kaçınılmaz gerçekler karşısında başlarda da pek içine sinmeyen İnönü’nün “Devlet Kapitalizmi” sisteminden yani komün müdelinden ümidi kesip, Bayar’ın “Karma Ekonomi” modeline açıktan itibar etmeye başlamıştır.” (3)
Bu görüş farkı sadece “şahsi” değil, bir devletin ve milletin kalkınmasıyla alakalıdır ve ilerleyen zamanlarda başta İsmet Paşa ve kabinesiyle Atatürk arasında gerginliğe sebep olacaktır.
Yakup Kadri Karaosmanoğlu hatıratlarında(Politikada 45 yıl), Mustafa Kemal Atatürk’ün Yalova’da dinlenirken, İnönü’nün iktisat vekili (Ekonomi Bakanı) Mustafa Şeref Bey’i yanına çağırttığı, İnönü mantığı ile yaptığı icraatleri dolayısıyla, birçok görgü tanığının önünde M. Şeref Bey’i fena hâlde fırçaladığını yazmaktadır.
Bu fırça daha sonra yine birçok görgü tanığının şahit olduğu İsmet İnönü’nün hazır bulunduğu Atatürk’ün sofrasında, biraz da kendi bakanına yapılan fırçanın etkisiyle İnönü’nün Lloyd George’un (Dönemin İngiliz Başbakanı) kabinesinin düşmesini “partililer arasındaki çekişmeye” bağlayan böylece kazanılan zaferi küçümseyen sözleri dolayısıyla, Atatürk’ün sert bir şekilde “Bu düşmenin tam da Dumlupınar zaferi üzerine ve avam kamarasındaki Lloyd George’a yapılan hücumların büyük bir bölümünün Türkiye’ye karşı takip ettiği düşmanca politikası dolayısıyla olduğuna ne dersiniz?…” çıkışıyla devam etmiştir.(4)
Bu olayların olduğunu günü akşamı da Atatürk’ün sofradaki herkesi yolladıktan sonra Kılıç Ali ve Salih Bozok’un yanında İnönü’ye böyle bir çıkış dolayısıyla hesap sorduğu ve Başbakanlık’tan azledildiğini yüzüne karşı söylediğini, ardından İnönü’nün Salih Bozok vasıtasıyla Atatürk’ü sakinleştirdiği de, Kılıç Ali’nin hatıralarında yazmaktadır. Salih Bozok Atatürk’ün Selanik’ten beridir en yakın arkadaşı, Kılıç Ali ise özellikle Cumhuriyet sonrası yanından eksik etmediği kimselerden olup meşhur Çankaya sofralarının vazgeçilmez davetlileridir.(5)
Atatürk- İnönü kavgası burada bitmemiş, Niyon Konferansı dolayısıyla kendi kabinesinden Tevfik Rüştü Aras’ın Atatürk’ün “imzala” emrini dinlemesi dolayısıyla iyice ayyuka çıkmış, İnönü’nün Atatürk’ün yakınlarına Gazi Paşa’nın Çankaya Sofraları nedeniyle “abartılı” şikayetleri ile içinden çıkılmaz hâle gelmiş, İsmet İnönü’nün Hatay meselesine olumsuz bakışıyla iyice perçinlenmiş, İnönü’nün kız kardeşinin eşi olan Kudüslü Abdürrezak’ın sahibi olduğu Bomonti Bira Fabrikası’nın imtiyaz süresinin uzatılmasına rağmen, Atatürk’ün kurduğu Gazi Orman Çiftliği bira fabrikasının Başbakan İnönü döneminin Tarım Bakanı olan Şekir Kesebir tarafından genişletilmemesi dolayısıyla artık kopma noktasına gelmiştir.
Gazi Orman çiftliği ile ilgili konuşmanın yapıldığı ve bakanlar kurulunun da hazır vaziyette bulunduğu Eylül 1937 tarihli Çankaya sofrasında, Atatürk’ün çiftlik hakkında Tarım Bakanı’nın üzerine gitmesi sonucunda İsmet İnönü’nün;
-“Bu memleket daha ne kadar sarhoş sofralarından idare edilecek” sözü üzerine;
Atatürk’ün;
-“Seni bu mevkiilere getirenin de bir sarhoş(!) olduğunu unutuyorsun…” (6) demesiyle artık sabır ve bekleme Atatürk cephesinde bitmiştir.
Geriye tek bir şey kalmıştır. İsmet İnönü’den Başbakanlığın iadesini istemek.
Sağlık sebepleri(!) nedeniyle görevi iade eden İnönü’nün yerine, 27 Ekim 1937 tarihinde Celal Bayar Başbakanlık görevine getirilerek, İnönü’nün 12 yıllık dönemi resmen bitmiştir.
İşte bu tarih, İnönü’nün kinini 10 Kasım 1938 günü ve sonrasında tekrar açığa çıkarmak için, içine akıttığı gün olur…
Atatürk sonradan barıştığı Ali Fuat Paşa (Ali Fuat Cebesoy) ile bir konuşmasında, Ali Fuat Paşa’nın İnönü meselesini sormasıyla;
“Hangi görevi verdik de, bizler yardım etmeden başarılı olmuştur.
Kütahya muharebelerinde böyle olmamış mıdır?
Lozan’da böyle olmamış mıdır?…”(7)
demesinden anlıyoruz ki, Kütahya muharebeleri İnönü taktiklerinin yetersizliği nedeniyle kaybedilmiştir ve yine anlıyoruz ki Atatürk’ün Lozan’da “tam istedikleri” olmamıştır.
Bütün bunlardan sonra akıllarda üç soru kalıyor…
Birincisi;
– Milli mücadeleye en son katılanlardan biri olan , (İlk meclis 23 Nisan 1920 tarihinde açılmasına rağmen, Fevzi Çakmak 27 Nisan, İsmet İnönü 29 Nisan 1920 tarihinde Ankara’ya gelerek milletvekili seçilmiştir)
– Büyük taarruza Yakup Şevki Paşa ile birlikte “muhalefet şerhi” koyan (sonra Fevzi Çakmak’ın ısrarıyla ikisi de şerhlerini geri çekmiştir),
– Öz kardeşi Rıza’ya bile bile kendi soyadı yerine “Temelli” soyadını verdiren,
– Bitlis’li kürt kökenli Kürümoğulları sülalesine mesup olduğu hâlde, Bitlis’teki köyünü ve Kürümoğulları semtini ancak 1935’de ziyaret edebilen ve bir daha ziyaret etmeyecek kadar atalarına vefalı(!) olan,
– “Velinimetim” dediği Atatürk hasta yatıyorken bir kez bile ziyaretine gitmeyen,
– Hasta yatağında yatarken gönderdiği mektuplarda(8) “velinimetim” diye bahsettiği Atatürk’ün İstanbul’daki cenaze töreninde bulunmaya tenezzül etmeyen,
– Atatürk son nefesini verirken başta Fevzi Çakmak(9) , Ali Çetinkaya (Kel Ali), Şükrü Koçak, Refik Saydam..v.s gibi birçok Atatürkçü(!) ile oy çalışması yapan ve hükümet darbesini sonunda gerçekleştiren,
– Kendi hatıralarında Atatürk ve Bayar’ın icraatlerini acımasızca eleştirirken, kendi döneminde sadece memur lojmanları ve sınır karakollarının yapılması ötesinde bir adım bile atmadığını unutan,
– Atatürk’ün uçmağa varışı ile ilgili “devlet ricaline” göndereceği taziye mektubunu nedendir bilinmez(!) tam beş gün sonra evet tam beş gün sonra gönderen,
– Atatürk uçmağa vardıktan sonra Anıtkabir’i 12 sene de yaptır(a)mayan(!),
– 10 Kasım 1953 sabahı, Atatürk’ün naaşı’nın Etnografya Müzesi’nden ebedi istiratgâhı olan Anıtkabir’e götürülmesi törenine katılmayan, Anıtkabir’deki törene de son 5 dakika kala katılan,
– Cumhurbaşkanı olarak Çankaya köşküne çıkınca ilk olarak bahçesindeki Atatürk Heykeli’ni kaldırtan,
– Cumhurbaşkanı olunca ilk icraati üzerinde Atatürk resmi bulunan paraları ve pulları toplattırıp kendi resminin bulunduğu paraları ve pulları çıkarttıran,
– Cumhurbaşkanı olunca yine ilk iş Türkiye’nin her tarafındaki resmi dairelerde bulunan Atatürk resimlerini indirtip kendi resmini koydurtan,
– Cumhurbaşkanlığı döneminde Kurun ve Tan gazetlerinde yayınlanan makalelerde Atatürk döneminin acımasızca eleştirildiğine “basın özgürlüğü” adına sessiz kalan fakat kendisi dönemindeki yapılanlar ile ilgili yazılan bir eleştiri makalesinden dolayı gazeteleri kolayca kapatabilen,
– Kendini “Millî Şef” ve partinin “Ebedi ve Değişmez Genel Başkanlığı’na” getirttirip, Atatürk’ün adını partisinden sildiren,
– Cumhurbaşkanlığı döneminde komünist fikirleriyle tanınan Hasan Ali Yücel’i Millî Eğitim Bakanlığı’na, yine komünist İsmail Hakkı Tonguç’u Öğretmen Okulları Genel Müdürlüğü’ne getirterek, Atatürk’ün “geleceği emanet ettiği” Türk Çocuğu’nu daha hayatla tanışmadan ”komünleşme” ile tanıştıran,
– 1944 yılında Türk Milliyetçiliği ile kurulmuş Türkiye Cumhuriyeti’nde, Türk Milliyetçileri’ni hapse atan ve işkence ettiren,
– Yine 1944 yılında Türk Tarihi’ne büyük bir “ihanet” olarak geçecek Boraltan Köprüsü ihanetini gerçekleştirip, 146 Azerbaycan Türk’ü kardeşimizi rus mermileriyle şehid edilmesine izin veren, (10)
– 1944 yılında Abd güdümüyle “Bretton Woods Anlaşması”nın imzalanmasıyla, “doların altın ile dönüştürülebilirliğini koruyan tek ulusal para olarak kalmasına” sebep olarak Türkiye ekonomisini Amerikan doları karşısında “bağımlı” hâle getiren,
– Abd ile 27 Aralık 1949 tarihinde imzaladığı “Fulbright” Anlaşmasıyla, Türk Milli Eğitim sistemini altüst eden, Atatürk’ün Türk Milliyetçiliği fikir sistemini yok etme adımını atan ve Türkiye’yi parçalayacak alt yapıyı oluşturan,
– 1960 yılındaki darbeden sonra, kendi “yolundaki” kimseler ile beraber yaptığı ve 4 milyon vatandaşın aleyhte oy kullandığı 61 yasası ile Atatürk Anayasası’nı değiştiren, “Özerk Üniversite” adı altında, kendi fikrinde yetiştirdiklerini bu tür üniversitelere yerleştirerek eğitim kurumlarını komünist anarşist karargahı hâline getiren,
– Yaptıkları ile sağlam bir “komünist” hayranı olduğunu belli eden ve Türk Milliyetçiliği fikriyatı ile kurulmuş Türkiye Cumhuriyeti’ni yaptıklarıyla Sovyet uydusu hâline getirmeye çalışan fakat ibre abd’ye döndü mü, abd güdümündeki anlaşmalara imza atacak kadar makyevelist olan…v.s
Yapıdaki İsmet İnönü’yü neden Atatürk 12 sene boyunca yanında taşımıştır?
Bu sorunun cevabına bakmak için, İnönü’nün kişiliğine bakmak yeterlidir.
İnönü yakın arkadaşlarının anlatışı ile kuralcı, aşırı şüpheci ve asıl ruh halini göstermeyen, kişilik itibariyle ne düşündüğünü, ne planladığını kolay kolay yanındakilere hissettirmeyen biriydi.
Atatürk’ün yanında kendi düşündüğü Türkiye’yi meydana getirecek veya getirirken karşı çıkmayacak birine ihtiyacı vardı. Bu kişi Atatürk tarafından “her yapılanı kabul etmeliydi” veya İnönü’nün yaptığı gibi “kabul etmese de” kafasını eğmeyi bilmeliydi. İşte Ali Fethi Okyar ile başladığı devrim yolunda ve sonrasında Fethi Okyar ile yola çıkışta karşılaştıklarıyla bunu daha iyi anlayan Atatürk, 12 sene boyunca son 1,5 yılı hariç hemen hemen her dediğine “inanmasa bile” kafasını eğen ve onu velinimeti(!) olarak bilen İnönü’yü yanında taşımıştır. Tabii yeni bir devleti yapılandırmak için gece gündüz uğraşan Atatürk, bu 12 yılda İsmet İnönü’nün özellikle “askeriye” ve “meclis”te yapılandığının ne yazık ki farkına varamamıştır. Asıl niyetini anlayınca da, önce yeni oluşan devlet sistemi zarar görmesin diye beklemiş en sonunda bağlarını kopartmıştır.
Şimdi gelelim ikinci soruya…
Atatürk-İnönü kavgası ve kırgınlığını ve İnönü’nün Atatürk’e bitmez kinini iyi bilen Afet İnan, Sabiha Gökçen, Şevket Süreyya Aydemir, Falih Rıfkı Atay…v.s gibi Atatürk’ün yanında çoğu zaman yer almış ve bu meseleye vakıf olmuşlar neden ses çıkarmamışlardır? Veya neden susmuşlardır?
İşte bu sorunun cevabını anlamak için de Salih Bozok, Kılıç Ali, Celal Bayar, Tevfik Rüştü Aras, Ruşen Eşref Ünaydın…v.s gibi Atatürk’e sevgi ve sadakati ile tanınan ve İnönü’ye “biat” etmeyen kimselerin başlarına Cumhurbaşkanı İsmet İnönü zamanında neler geldiğini iyi incelemek gerekir.
Ve geldik üçüncü ve en can alıcı soruya…
Bugünlerde Atatürkçüyüm diyenler acep neden İnönü’ye hâlâ bağlıdır, onu neden Atatürk’ün olmazsa olmazı ve izinden giden biri olarak bilir ve neden bugün bu hâldeyiz?
Bu sorunun cevabı için yukarıdaki yazıyı bir kez daha okumak yeterlidir zannediyorum…
İnsanlar hata yapabilir zirâ insandır beşer ve şaşardır. Hatta ihtirastan dolayı gaflet ve dalalet içerisinde olanlar da olabilir fakat ihanet işte ihanetin hiçbir bahanesi olamaz.
Türk Genci’nden isteğim, tarihi bize dikte edilen “resmi tarih” anlayışı ile değil, belgeler ve araştırmalar ile öğrensinler. Zirâ gerçek Türk Tarihi’ni öğrendikçe, “neden bu hâldeyiz” sorusunun cevabı daha da netleşecektir.
Yüce Allah’tan dileğim, Yaradan bu kut’lu milletin sahibi olduğu Türkiye Devleti’nin başına “kendi evlatlarından” bir yönetimin gelmesine vesile olsun, bu milletin evlatları yönetime gelir gelmez Anıtkabir’den “Boraltan İsmet’in” ve “Diktatör Cemal’in” mezarlarını kaldırsın.
Selam ve saygılarımla.
Murat ÇALIK
…
DİPNOTLAR:
(1) Atatürk’ün İsmet Paşa’yı görevden aldıktan sonraki sözüdür.
Bitmeyen Kavga, İsmet BOZDAĞ, s. 102-103-104, Emre Yayınları,
Politikada 45 yıl, Yakup Kadri Karaosmanoğlu,
Atatürk İnönü kavgası, Süleyman Yeşilyurt, Kültür-Sanat Yayınları, s. 31-47
(2) “Defterler 1919-1973”, İsmet İnönü Hatıraları, YKB Yaayınları
Neriman Tongul, Türk Harf İnkılabı,
(3) Atatürk İnönü kavgası, Süleyman Yeşilyurt, Kültür-Sanat Yayınları, s. 47
(4) Bu iki hadise de Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun hatıratlarını anlattığı İletişim yayınları tarafından basılmış “Politikada 45 Yıl” adlı eserde mevcuttur.
(5) Atatürk’ün Son Günleri, Kılıç Ali’nin Hatıraları
(6) Atatürk’ün Son Günleri, Kılıç Ali’nin Hatıraları
Atatürk-İnönü Kavgası, Süleyman Yeşilyurt, s.61-62
(7) Çankaya, Falih Rıfkı ATAY, s. 577
(8) İnönü’nün Atatürk’e Dolmabahçe Sarayı’nda hastayken yazdığı mektupların Cumhurbaşkanlığı Arşivi’nde değil de, İnönü Vakfı’nda çıkması hakikaten gariptir. Kılıç Ali’nin hatıratında bu “belge hırsızlığı”nı yapanın Nafi Atuf Kansu olduğunu söyler.
Kılıç Ali hatıratlarında şöyle yazar:
“İsmet Paşa o günlerde sık sık özel mektuplar da gönderiyordu. Atatürk, bej renkli zarflar içerisinde gelen bu mektupları okuduktan sonra yatağının yanındaki komodinin çekmecesine koyardı. Sonradan duyduğuma göre, Atatürk’ün ölümünün hemen ardından, yed-i emin olarak tayin edilen Nafi Atuf Kansu bu mektupların hepsini komodinin çekmecesinden alarak İsmet Paşa’ya vermişti.”
Peki ne yazılıydı İnönü’nün mektuplarında? Birkaç cümle paylaşalım.
“Büyük, sevgili Atatürk… Velînimetim Atatürk… Derin tazimle ve dayanılmaz bir özleyişle ellerinizden öperim velinimetim… İki mübarek ellerinizden, sevgili ve can verici yüzünüzden, doyamadan binlerce öperim sevgili Atatürk.”
Fakat yine gariptir ki, mektupların hepsi yayınlanmamıştır.
(9)En çok şaşırdığım isimdir, İnönü’nün Cumhurbaşkanlığını kutladığı mesajında İnönü’den “Yüce Başbuğ” diye bahsetmiş ve ne yazık ki cumhurbaşkanlığı seçiminde İnönü lehine açıkça oy istemiştir, fakat heyhat! Görün ki, Cumhurbaşkanı olunca Fevzi Çakmak Paşa’yı emekli ettiren ve dahi Atatürk’ün ona hediye ettiği evi altından alan, kendisini ön plana çıkartacak işler yapmasın diye evini devamlı gözetleten, Fevzi Çakmak Paşa’nın 12 Nisan 1950 yılındaki cenaze töreni sırasında Devlet radyosu’ndan müzikli yayın yaptıran yine İnönü’dür…
(10) 1944 yılında, “Millî Şef” döneminde Azerbaycan’dan kaçarak Türkiye’ye sığınan 146 Azerbaycan Türkü aydının Stalin’e geri verilmesi ve kurşunlanarak öldürülmeleri tarihe “Boraltan Köprüsü Vakası” olarak geçmiştir.
1944 yılında Türkistan, Sovyet Rusya’sı tarafından işgal edilmiştir. Sovyet rejimi kendisine karşı tehlike olarak gördüğü her şeyi yok etmeye kararlıdır. Özellikle Türklerin yaşadığı ülkelerde taş üstünde taş bırakmayan Sovyet rejimi Azerbaycan’daki Türkleri de hedef almıştır.
Sovyet rejiminin katliamlarından kaçarak kendilerine “anayurt” olarak gördükleri Türkiye’ye sığınmak isteyen 146 tane Azerbaycanlı, Sovyet birliklerinden kaçmayı başarıp Iğdır’daki sınır kapısına yakın yerdeki Aras Nehri üzerindeki Boraltan Köprüsü’nü geçerek Türk sınır karakoluna sığınıyor.
Türkiye’de “Millî Şef” döneminin yaşandığı yıllara denk gelen olayda, 146 Azerbaycanlı’nın Türkiye’ye sığındığını duyan Sovyetler hükümeti, bu kişilerin derhal SSCB’ye iadesini istiyor.
Ve “kinli şef” 146 Azerbaycan Türk’ünü öldürüleceklerini bile bile ruslara teslim edilmesi emrini veriyor. 146 Türk sınır sayılan Boraltan Köprüsünde kurşulanarak şehid ediliyor.
…
Seni not defterine ekledik, seni de unutmadık “Kinli Şef”
Tipkı senden sonrakilerin (Adnan Menderes’ten, Cemal Gürsele ve bugüne…) bu millete verdiği zararları unutmadığımız ve unutturmayacağımız gibi…
Murat ÇALIK