Dün bize, bugün de evlatlarımıza dikte edilen batı kaynaklı “resmi tarihte”, Fatih Sultan Mehmet Han’ın, İstanbul’u fethetmesiyle orta çağ’ın kapanıp yeni çağ’ın başladığı yazar…
Bugün bile küçükten büyüğe sordunuz mu, orta çağ ne zaman bitti, yeni çağ ne zaman başladı diye, 1453 yılında İstanbul’un fethiyle cevabını alırsınız.
Buradaki “orta çağ” karanlığı, ilimsiz, sanatsız…v.s cahil bir çağı aklımıza getirmiştir.
“Yeni çağ” ise tam tersine güzelliklerin, ilmin, sanatın olduğu çağdaş bir dönemi aklımıza getirir.
Şimdi batı diktesi resmi(!) tarihe göre DÜNYA 1453’den önce “orta çağ”da yani yaramaz, ilimsiz, sanatsız, yeniliksiz…v.s bir dönemde idi, öyle mi?
Bu sorunun cevabı koskoca bir HAYIR’dır…
1453’den önce batı dediğimiz Avrupa’nın Ortaçağ’ı hatta bizatihi kendisi karanlıktır…
1453 sonrası Rönesans ve Reformlara kadar Avrupa’da ilim, sanat, hatta millet bile yoktur!
Her tarafında açlığın, sefaletin, gerilğin olduğu ve toplumun efendiler ve köleler diye ayrıldığı bir dönemdir Avrupa orta çağ’ı…
Peki aynı tarihlerdeki Türk Dünyasının Ortaçağ’ı nasıldır?
Millet anlayışında, devlet anlayışında, ilimde, sanatta, bilimde…v.s gelişmiş bir dönem değil midir?
Türk tarihinin en büyük devletleri, Göktürk imparatorluğu, Karamanlılar, Selçuklular, Cengizliler, Timurlular, Osmanlı İmparatorluğu, hepsi batı kaynaklı, avrupa endeksli ve bize dikte edilen resmi tarihin “tu kaka” gösterdiği Orta çağ’da kurulmadı mı?
Batı vahşeti, inanç ayrılığından ötürü binlerce masumu diri diri yakarken, bizim Orta Çağ’ımızda her dinden ve her mezhepten kimselere hoşgörü yok muydu?
Ahmet Yesevî, Yunus, Hacı Bektaş Veli, Hacı Bayram Veli, Bilge Kağan’ı Yusuf Has Hacip, Kasgarlı Mahmud, Tuğrul ve Çağrı Beğler, Alparslan, Şeyh Edebalı, Osman Gazi, Orhan Gazi , I. Murat, Farabi, İbni Sina, Uluğ Bey, İbni Haldun, İbni Rüşt, El – Birunî, Ali Kuşçu, El Cebir, Razi, İmamı Azam, İmam Maturudi…v.s gibi kendi alanlarında zamanının bir numarası sayılacak bütün bu isimler Türk’ün karanlık(!) orta çağ’ında nasıl çıkmış acaba?
1453 yılında İstanbul’un fethiyle, karanlık bir çağ olan Orta Çağ kapanmış, Yeni Çağ’a girilmişmiş…
Türk çocuğuna bugün aynen böyle anlatılıyor tarih…
1453 öncesi Türk Milleti sanki “karanlık bir çağdaymış” gibi öğretiliyor Türk çocuğuna!
Bakınız bu sadece Türklere özgü bir şey de değil…
Zirâ ortada “dünya tarihi” denen bir şey yok, “dünya tarihi” diye avrupa tarihi’nin dikte edilmesi var.
Bugün bu “taraflı” tarihi sadece Türk Milleti okumuyor.
Afrikalı, Asyalı, Amerikalı, Avusturalyalı çocuklar da böyle okuyor…
Bir zamanlar kadınları cadı diye yakan, papazlarıyla insanlara olmadık işkence yapan, derebeyliklerden kafasını kaldırmayan, efendi-köle mantığı ile milyonları katleden, fuhuşun, faizin, cinayetin, tecavüzün, her türlü keşmekeşliğin cirit attığı Avrupa, kendi tarihini bize dünya tarihi diye yamamış durumda…
Başkasının tarihi bakış açısı ile büyütülen bir neslin özüne dönmesi zorlaşır.
Bu zorluğun sonucu olarak etrafta kendisinin ve milletinin, gerçek tarihinden, misyonundan ve milletinin gerçek anlamda dünya tarihi açısından öneminden habersiz, ülküsüz, ne yaptığını bilmeyen ve amaçsız bir gençlik yetişir.
Böylesine amaçsız ve ülküsüz bir gençliğe sahip milletin batması haktır!
Bir milleti uygarlık tarihinden silmenin ilk aşaması, o milletin hafızasını silmektir…
Bu da o milletin gerçek tarihini, töresini ve kültürünü anlatan kitapları yok etme operasyonuyla başlar.
Bu kitapları yok ettikten sonra senin yolundan gittiğini sadece senin bildiğin yeni birilerinin yeni bir tarih icat eden yeni kitaplar yazmasıyla ve bu kitapları olabildiğince yaymasıyla ilk aşama tamamlanır…
Bu ilk aşama gerçekleşti mi, gerisi çorap soküğü gibi gelecektir…
Zira millet dna’sındaki “öz”ü nesillerle geleceğe taşır.
Sen bir neslin dna’sını bozarsan o milletin sonraki nesilleri de mutasyona uğrar.
Nesilleri mutasyona uğrayan milleti bekleyen dört şey vardır…
Birincisi kandırılmak…
İkincisi uyutulmak…
Üçüncüsü esaret…
Dördüncüsü yok olmak…
Peki ne yapmalıyız?
Türk Genci’ni gerçek tarihini belgeleri ile öğrenmesi ve tarihe Türk’çe bakması için teşvik etmeliyiz…
Türk Genci tarihini birilerinin bize ve evlatlarımıza dikte ettiği, birilerinin moda haline getirdiği, birilerinin de kulaktan dolma bilgileriyle önümüze getirdiği belgesiz yalanlara inanarak değil, araştırarak, derinine inerek ve analiz yaparak öğrenmelidir.
İşte o zaman etrafta “ne yaptığını” ve “ne yapması” gerektiğini iyi bilen, özü ile özlenmiş, töresi ile törenlenmiş gençlerin sayısı çoğalacak ve milletin istikbâli aydınlık olacaktır.
Zirâ Mustafa Kemal Atatürk’ün de dediği gibi,
”Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır.”
Selam ve saygılarımla…
Murat ÇALIK