Bu kut’lu davaya öyle gönül vermiş yiğitler vardır ki…
ANASI ADINI “DURSUN” KOYDUĞU HALDE SEVDASI İÇİN DURMAYAN…
Öyle yiğitler vardır ki,
HAK BİLDİĞİ DAVA UĞRUNA SALÂ OKUTAN…
Adı: Ertuğrul Dursun
Soyadı: Önkuzu
Doğum Yeri: Tokat \ Zile
Ölüm Nedeni: Vatansever Türk Milliyetçisi Olmak
Ölüm Şekli: İdamdan Beter
Şehadeti: 23 Kasım 1970
“Nefer” mertebesine erişmek isteyen yiğitlerin öyküleri ile doludur bu kut’lu dava…
Türk Milliyetçisi bu kutlu yolda “nefer” olmayı bir çok dünya makamından üstün tutandır.
Dava neferi olmak kolay değildir zirâ İnsanın “küçük kıyâmeti” olan “ölüm” bile farklıdır nefer için…
Bu neferlik mertebesi ve bu neferlerdeki inanç, azim ve teslimiyet, dava adamının vücudunda öyle vûk’u bulmuştur ki;
Bu mertebedeki nefer son nefesini bile “Canana” kavuşmak diye bilir…
Şeb-i Arus’a gülerek gider, sevinerek gider. Hatta geride kalan kardaşlarına nâzire bile yapar;
“Şimdi, hepinizin kıskanacağı bir rütbedeyim” diyerek…
Zirâ yer gök şahitlik yapar şehadetine…
Velhâsıl kolay değildir nefer olmak, meşakkatlidir…
Dünyayı karşısına almaktır dava adamı olmak.
Sevdikleri sıralamasında birinci sıraya koymaktır Allah’ı, Onun rızâsını ve milletini…
Yaradanın bu kut’lu davanın sancaktarlığını neden Türk Milleti’ne verdiğini sanki beşeriyete kanıtlarcasına ülkü neferi gülerek gider şehadetine…
Neden Türk Milleti’nin cevabı aslında işte tam da burada gizlidir.
Bu dava ve nefer mertebesindekilerin imanı, teslimiyeti, azmi, aşkı ve yiğitliği dillere destandır…
İşte bu yiğitlerden bir tanesinin yiğit bir fidanın şehadetini anlatacağım bu yazımda…
Bu yiğidin adı Ertuğrul Dursun ÖNKUZU’dur…
Cennet ülkemizin güzel beldesi Tokat’ın Zile kazasında dünyaya geldi..
Ankara Erkek Teknik Yüksek Öğretmen Okulunda tahsil görürken İşgal altındaki okulda komünistler tarafından yakalanıp üç gün süren ve bisiklet pompasıyla ciğerlerine hava basmaya varan ağır işkenceler yapıldıktan sonra, 23 KASIM 1970 günü, okulun üçüncü katından aşağıya atılarak şehid edildi…
O’nu katledenlerden Erkek Teknik Yüksek Öğretmen Okulu öğrencisi Ali Başpınar’ın kendi beyanlarına göre:
“23 Kasım 1970 tarihinde Erkek Teknik Yüksek Öğretmen Okulu öğrencisi Dursun ÖNKUZU’YU önce kaçırarak hapsetmişler sonra bilahare feci şekilde dövmüşlerdir.
Bununla da yetinmeyen sanıklar bir bıçakla Dursun Önkuzu’nun bilek damarlarını kesmişler, ağzına lastik hortum takarak pompayla şişirmek suretiyle vahşiyane bir şekilde öldürüp 3.Kattaki odanın penceresinden atmışlardır…”
İşte böyle katledilmiştir ÖNKUZU…
Selahattin Ulubaş’ın diliyle Dursun Önkuzu’nun şahadeti:
“1970 yıllan ülkücü hareket açısından en zor dönemlerdi, hareketin günden güne geliştiğini gören kızıllar saldırılarını arttırıyorlardı. Ülkücü okuması ve okula gelip gitmesi engellenmek isteniyordu.
İşte rahmetli Dursun’da bu dönemlerde Ankara’da Erkek Teknik Yüksek Öğretmen Okulu’nda okuyordu.
Ara sıra mektupları gelirdi, mektuplarında devamlı olarak komünistlerin saldırılarını artırdığını yazardı, hatta bu saldırıların iyice artması sonucu anasının aşırı isteği sonucu Zile’ye gelmişti ama duramamış ve geldiğinin ertesi günü hemen geri dönmüştü…
Babası bakkal dükkanı işletiyordu, küçüğü olan bacısını çok sevdiğini bilirdik…
23 Kasım 1970 günü şahadet haberi ilçeye geldiğinde sarsıldık.
Dursun, komünistlerin okulu istila ve işgal etmeleri sonucu Selahattin Mazman, Hasan Gürül ile birlikte rehin alınıyorlar ve üç gün boyunca aç, susuz bırakılıyorlar. Günlerce süren işkenceden sonra da ciğerlerine hava basıp 4’üncü kattan atıyorlardı.
Cenazesi Zile’ye getirildiğinde mahşeri bir topluluk yaşandı, cenazeyi Zile Genç Ülkücüler Teşkilatı’nın önünden kaldırdık…
Bu olaydan dolayı Türkiye’de çok büyük infialler yaşandı. “Mekânı cennet olsun, nur içinde yatsın” diye anlatırken gözleri dolu dolu oluyordu.
Evet; Dursun Önkuzu’nun şahadetinin sonrasında Ankara’da olağanüstü bir ortam yaşanıyor, emniyet teşkilatı cenazeyi teslim etmeyi istemiyordu, sonrasında ülkücüler alıyorlardı ama Türk ocakları kapatılıyor yüzlerce ülkücü genç tutuklanıyordu.
Önkuzu’nun tabutunun başında nöbet tutanlar, emniyet güçlerince alınıp Emniyet Müdürlüğü’ne götürülüyordu. Amaç Önkuzu’nun cenazesi için yapılacak töreni engellemekti…
Her türlü zorluklara rağmen cenazeye mahşeri bir kalabalık toplanıyor ve cenaze şehidimizin memleketi olan Zile’ye getirilip defnediliyordu.
Önkuzu’nun şahadet haberi o günlerde bütün gazetelerde manşet haber olarak veriliyordu, bütün ülkücü kuruluşlar ve dernekler yayınladıkları bildirilerde olayı nefretle kınıyor ve suçluların yanısıra sorumlu olan okul idarecilerinin de gerekli şekilde cezalandırılmasını istiyorlardı.
Ve Dursun Önkuzu’nun babası Abdullah Önkuzu, o günlerde devrin yöneticilerine şu telgrafı çekiyordu:
“Oğlum Türk milliyetçisiydi, ama bunun karşılığında ihanet gördü, polis oğlumun cenazesini Gülveren civarında kaçırmıştır, üstelik bunu da bomba kullanarak yapmıştır. Onu arkadaşları son yolculuğuna taşırken bu engellenmiştir, oğlumu son kez koklatmadılar bana, oğlumun naaşını istiyor, katillerinin de bir an önce bulunmasını istiyorum…”
Önkuzu’nun naaşı her türlü girişime rağmen verilmiyordu ama arkadaşları naaşı polislerden alıyordu. Bunun karşılığında da yüzlerce genç tutuklanıyordu…
Ülkü Ocakları Birliği yöneticileri, 24 Kasım 1970 Salı günü, bir açıklama yaptılar.
Yapılan açıklamaya göre, Dursun Önkuzu’nun babasının Ankara’ya geldiğini, cenazeyi bu akşam alacaklarını ve yarın da yapacakları dini merasimden sonra Zile’ye götürecekleri bildirilir.
TMTF Genel Başkanı Soner Karaman, 24 Kasını 1970 Salı günü, bir basın bülteni dağıtır.
Basın bülteninde, Ankara’da Erkek Teknik Öğretmen Yurdu’nun 3. katından bahçeye atılarak öldürüldüğü iddia olunan “öğrenci Dursun Önkuzu’nun öldürülmesinin hesabını sorulacağı” açıklanır
Ankara Erkek Teknik Yüksek Öğretmen Okulu yatakhanesinin 4. kat penceresinden atılarak öldürülen Ertuğrul Dursun Önkuzu’nun cenaze namazı, 25 Kasım 1970 Çarşamba günü, komşu il ve ilçelerden gelenlerle ve Ankara’daki ülkücü gençlerin katılmasıyla Maltepe Cami’nde kılınır.
Cenaze namazı kılındıktan sonra tabut eller üzerine alınır ve Kızılay yönüne gidilmek istenir. Ancak, polisin Kızılay yönünde yol açmaması üzerine tören aksar. Milli Nizam Partisi Tokat Milletvekili Hüseyin Abbas, polisten yolu açmasını ister ve “komünistlere Kızılay’dan cenazelerini götürme izni verilmiştir.
Bu milliyetçi gençler de şehit kardeşlerini Kızılay yönünden götürmeleri haklarıdır.
Yolun açılmaması üzerine Ankara Belediye Başkanvekili Muhlis Şensöz’ün Toplum Polisi Müdürü Yılmaz Sezgin’e yolu açması yolundaki teklifi de Sezgin tarafından reddedilir. Bunun üzerine öğrenciler, iktidar ve polis aleyhinde tezahüratta bulunur, çatışmalar olur.
Öğrencilere, ”Tekbir getirin” diyen Belediye Başkanvekili Şensöz, İçişleri Bakanı’ndan müsaade almak üzere müracaat ettiğini, cevap gelinceye kadar cenazenin bekleyeceğini söylen Maltepe Cami’nden inen ana yoldaki trafik, ülkücü öğrencilerle polis yetkilileri arasında uzayan tartışmalar yüzünden tamamen durur. Bu sırada bazı Ülkü Ocaklı gençler, açıklama yapar.
Saat 14.30 civarında Ülkü Ocaklarından Aytekin Yıldırım adındaki bir öğrenci, yürüyüşe dahil bulunan öğrencilere şöyle hitap eder:
“Bizi oyuna düşürmek istiyorlar. Komandolar polise saldırdı dedirtecekler. Yapsınlar, dedirtsinler.
Şimdiye kadar ne oldu? Sadece şehid verdik. Mason iktidar ve köpekleri bize pusu kuruyorlar. Polis bizim değil kendi güvenliğini bile sağlayamıyor.
Başbakan, Milliyetçi öğrencilerin karşısına çıkıyor.
Neden Siyasal Bilgiler Fakültesine ve ODTÜ’ye giremiyor?
İktidarı tanımıyoruz.
Demirel, kendine güveniyorsa, SBF’ye girsin, ODTÜ’ye girsin de görelim.
Bugünün yarını da vardır. Kan ve kemik yığılacak ve o gün Türkiye kurtulacaktır.”
Ülkü Ocakları Birliği Basın Sözcüsü Bahri Zorlu, cadde üzerinde bir basın toplantısı düzenler ve şunları söyler:
“Öğrencilerin sınavlara girme güvenliğini bile sağlayamayan bir iktidarı, biz iktidar olarak kabul etmiyoruz. Bizim hareketlerimize mani olmaya Demirel’in gücü yetmeyecektir. İktidar, masonlarla, Maocularla, komünistlerle tam bir işbirliği içindedir. Bunun en güzel örneği ODTÜ’dür. Mütevelli Heyeti üyelerinin iktidar tarafından seçildiği ODTÜ’de öğrenciler silah talimi yapmaktadır. ODTÜ tam bir kaçakçı ve eşkıya yuvasıdır…”
Maltepe Camii’nden Kızılay’a giden yolun açılması için sokak ortasında bekleyen ülkücü gençler, üç saat boyunca, ilahiler ve Bozkurt marşları söyler.
Daha sonra, ülkücüler, cenazeyi polisin tespit ettiği güzergahtan götürmeye razı olur. Budan sonra, cenaze arabası, Önkuzu’nun memleketi olan Tokat’ın Zile Bucağına götürülmek üzere yola çıkar.
Cenaze gittikten sonra öğrenciler dağılmaz ve Sıhhiye üzerinden Ulus’a doğru yürümeye başlar. Yürüyüşler sırasında iktidar ve Başbakan Süleyman Demirel aleyhinde devamlı tezahüratta bulunan ülkücüler, Radyoevi’nin önünden geçerken “kahrolsun Moskoflar”, “Başbakan Süleyman istifa”, “Menteşe istifa” diye bağırır.
Ankara’dan Zile’ye götürülen Dursun Önkuzu’nun cenaze törenine;
Ankara Ülkü Ocakları Birliği,
Trabzon Ülkü Ocakları Birliği,
Zile, Turhal, Samsun, Niksar, Amasya, Tokat Genç Ülkücüler Teşkilatları,
Tokat Öğretmen Okulu,
Zile Sanat Enstitüsü,
Amasya Kız ilk Öğretmen Okulu,
Ticaret ve Sanayi Odası,
Zile Belediyesi,
Zile Turizm Derneği,
Zile esnaf Kefalet Kooperatifi,
Zile Gençlik Teşkilatı,
Ülkücü Öğretmenler Sendikası,
Milliyetçi Öğretmenler Birliği,
Turhal Belediyesi ile Zile’ye yakın vilayet ve kazalardan binlerce kişi katılır….”
Bazı sözler vardır ki “SÖZ” dür…
İşte bu sözlerden bir tanesi;
Dursun Önkuzu’nun Zile Camii’nde kılınan cenaze namazından sonra İstasyon Caddesi’ne doğru yürüyüşe geçilir ve mehter marşları söylenerek Zile Meydanı’na gelinir. Türk Bayrağı’na sarılı tabutun başında Dursun Önkuzu’nun babası Abdullah Önkuzu, alanda bulunan binlece kişiye şunları söyler:
“Oğlum,
Atatürk memleketi siz gençliğe emanet etmişti.
Sen, bu emanete sahip çıktın ve bu yolda Türk Milleti’nin baş düşmanı moskoflar tarafından katledildin.
60 sene yaşayıpta esaret içinde ölmektense yirmi yıl yaşayıp hürriyet içinde şehit olmak daha iyidir…”
(25 Kasım 1970)
Bu “söz” öyle bir sözdür ki; 1970’de Ülkücü/Milliyetçi Hareket’in Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemâl ATATÜRK’e nasıl baktığının tam da kanıtıdır…
Dursun ÖNKUZU’yu katledenlere ne oldu merak eden vardır elbette…
Bu davaya, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının da davasına bakan asker hakim, Tuğgeneral Ali Elverdi bakmıştır.
Savcısı ise Hâkim Hava Kıdemli Yüzbaşı Askeri Savcı Ali Hüner’dir…
Yargılama Dev-Genç davası ile birleştirilmiştir.
Askeri Savcı Hukuk Tarihine geçecek mütalaasında şöyle denmektedir;
“Dursun ÖNKUZU’yu sorguya çekip tehdit eden sanıklar, polisin gelmesiyle telaşa kapılmışlar, gerek yapılan hazırlık tahkikatında, gerekse son tahkikatta dinlenen tanık beyanlarından kat’i olarak Önkuzu’nun sanıklar tarafından pencereden atıldığı yolunda bir beyanda bulunulmamış, sadece maktulün pencereden düşerken ve düştükten sonra görüldüğü tanıklarca beyan edilmiştir.
Maktulün sanıklarca pencereden atıldığını gören ya da beyan eden herhangi bir şahit yoktur.
Dursun Önkuzu sanıklar tarafından pencereden atılarak öldürülmüş müdür?
Dursun Önkuzu kendisini pencereden atmış mıdır?
Bu iki husus yapılan bütün tahkikatlar boyunca açıklığa ve aydınlığa kavuşturulamamıştır.
Soruşturmada Önkuzu’nun sanıklarca pencereden atılarak öldürüldüğüne dair kesin, mukni bir delile rastlanılmamış olması nedeniyle sanıklara isnat edilen Dursun ÖNKUZU’YU öldürme fiili tekevvün ve teşekkül etmemiştir“
Gairptir ki; bu şerefsizliği yapan Ali Başpınar’ın ve diğer sanıkların ifadelerini “yeterli delil” olarak kabul etmemiştir.
Bu kadar süre bir insana işkence yaptıkları, ciğerlerine bisiklet pompası ile hava basacak kadar canileştikleri kabul edilenlerin ÖNKUZU’YU camdan atarak ölümüne sebebiyet verdikleri konusunda ikna edici delil olmadığını söyleyen bir anlayış en nazik ifadesi ile vicdan yoksunudur.
Bu mütalaa bir hukuk ayıbı olarak tarihe geçmiştir.
Peki, yargılama sonunda ne olmuştur?
Aşağıda Dev-Genç sanıklardan bir kısmının aldığı cezalar yazılmıştır;
Örgüt üyeliğinden,
Mehmet Ali Kabaklıoğlu, 20 YIL
Adnan Altıparmak, 20 YIL
Sabri Uyar, 20 YIL
Mehmet Özdemir, 20 YIL
Sabri Uçar, 8 YIL 4 AY
Şefik Şenel, 13 YIL 4 AY
Akif Atasayar, 13 YIL 4 AY
Cem Uyar, 12 YIL
Ali Başpınar, 10 YIL
Fikri Aytan, 10 YIL
Feridun Tamirer, 12 YIL…
Kararın verildiği tarihten kısa bir süre sonra Mayıs 1974 tarihinde GENEL AF çıktığını da belirtmekte yarar var.
Biz Türk Milliyetçileri olarak, bu şanlı millete hizmet edenleri ve bayrak için şehadete erenleri nasıl unutmuyorsak, ihanet edenleri de unutmuyor ve sonra “hesaplaşmak üzere” not alıyoruz…
Ankara Erkek Teknik Yüksek Öğretmen Okulu’nda tahsil görürken, işgal altındaki okulda komünistler tarafından yakalanıp üç gün süren ve bisiklet pompasıyla ciğerlerine hava basmaya varan ağır işkenceler yapıldıktan sonra,
23 Kasım 1970 günü, okulun üçüncü katından aşağıya atılarak şehid edilen, büyük ülkü devi Ertuğrul Dursun ÖNKUZU ağabeyimi şehadetinin yıl dönümünde, başta Önkuzu ağabeyim olmak üzere, kut’lu dava için salâ okutmuş bütün yiğitleri rahmet ve minnetle anıyorum…
“ŞEHİTLERE ÖLÜ DEMEYİNİZ ZİRA ONLAR DİRİDİRLER FAKAT SİZ BUNU ANLAYAMAZ İDRAK EDEMEZSİNİZ “…
(Bakara Suresi, 154. Ayet)
Elbet bir gün rüzgar bu taraftan da esecektir!
İşte o gün hesaplar bir bir kapatılacaktır!
Murat ÇALIK
23.11.2012