– Bir Mektup(!) Üzerine –
BEN BİR TÜRK SUBAYI’YIM
Ben bir Kurmay Albayım. Yakında TuğGeneral rütbesiyle TSK’da stratejik önemli bir yere atanacağım.
Baba ocağından çıkıp, peygamber ocağına girdiğim günden bugüne kadar çok çalıştım, ölümlerden döndüm, verilen her görevi başarıyla yerine getirdim, üstlerime ve astlarıma asla saygısızlık etmedim, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne ve Ulu önder Atatürk’ün açtığı yola her zaman sadık kaldım, aldığım eğitimleri hep derece ile bitirdim.
Ben bir Türk Subayı’yım ve tek derdim var o da vatanım…
Fakat TSK kademesinde her yükselişimde son 7-8 yıldır zorluklarla karşılaştım. Birileri benim ‘önemli yerlere’ gelmemi istemiyorlardı.
Bu birileri kimdi, dertleri neydi ve neden benimle uğraşıyorlardı, ilk başlarda anlamadım fakat sonra bu soruların cevabı bir tokat gibi yüzüme çarptı.
TuğGeneral rütbesine yükselmeme az kalmıştı, beni seven ve bilen komutanlarım Kuvvet Komutanımıza ve Genel Kurmay Karargahı’ndaki önemli görevlerde bulunan komutanlara benden bahsetmişlerdi. Rütbem yükseldiğinde beni atayacakları yer, devlet, millet ve ordu için çok önemli bir yerdi.
Tam bu sıralarda birden benim hakkımda soruşturma açıldı. Sabaha karşı kaldığım lojman basılıp, çocuklarımın gözü önünde elleri kelepçeli olarak götürüldüm. Göz altına neden alındığımı bilmiyordum fakat her gittiğim yerde bana hakaret ediliyor ve sürekli benim için aynı kelime söyleniyordu…
“Hain…”
Ben, TSK’nın şerefli bir subayı bir ‘hain’ olarak tutuklanmıştım. Suçum vatana ihanet, para karşılığı devlet sırlarını yabancı istihbarata verme, görevi kötüye kullanma, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin rejimini yıkmak için silahlı örgüt kurmak…v.s gibi akıl almaz iftiralardı…
Mahkemeye çıktım, defalarca “suçsuzum, ben bu vatanı için ölecek bir subayım” dememe rağmen 65 yılla yargılandım ve tutuklanıp cezaevine kondum…
Bu sırada televizyon ekranlarında isimlerim çıkmış ve hain olarak yaftalanmıştım. Hiçbir suçum yoktu. Üstelik “görüştüğüm iddia edilen” hiçbir kimseyle tanışmışlığım bile yoktu…
Gazetelere, medya kuruluşlarına, dönemin Adalet ve Millî Savunma Bakanlığı’na hatta Başbakan’a bile suçsuz olduğumu ve bir kumpasa gittiğimi belgeleriyle anlattığım mektuplar yazdım…
Hiçbirine cevap gelmedi… Kimse cevap vermedi…
Neden bu başıma geldi, diye cezaevinde kendime sorup durdum…
Neden ben? Neden?
Tuğgeneral olduğumda atanacağım yere benim tutuklanmamdan sonra atanan kişiyi duyduğumda birden gözlerim açıldı. Adı geçen şahıs eskiden beridir hemen hemen herkesin bildiği ‘kaşarlı bir abi” idi. Herkes biliyordu ki, bu zat o önemli görev için gerekli özellikleri taşımayan ve geçmişi karanlık biriydi. Bütün herkes bunu biliyordu ve fakat bu tip kimselerin her nedense “dokunulmazlığı” vardı…
Tam dört sene dört duvar arasında geçirdim. Bir zamanların şerefli Türk Subayı olan ben, Kurmay Albay şimdi cezaevinde ‘vatan haini” olarak yatıyordum…
Cezaevinde benim ve ailemin başından geçenleri ve düştüğümüz durumları anlatmayacağım.
Vatan sağolsun!
Dört senenin sonunda bana kumpas edenleri ve niyetlerini çözmüş gibiydim. Benim geleceğim makama benim değil de kendi adamlarının gelmesini isteyenler bana bu iftirayı atmış, bu iftirayı atarken de silah arkadaşlarım(!) içerisindeki, polisin ve yargının içerisindeki kendi yandaşlarıyla birlikte hareket etmişlerdi.
Atanacağım makam çok önemliydi. O makamda olan birçok devlet sırrına vakıf olabileceği gibi, Genel Kurmay Başkanı’nın yanına çok kolay girip çıkabilecek bir kişi olacaktı…
Bütün bunlar olurken dört sene sonunda hükümetin görmezden geldiği bütün şeyler tersine döndü ve bu “abiler” bir anda oklarına hükümet üyelerine ve ilişkide olduğu kimselere çevirdi.
Sonunda olan oldu ve meşhur 17-25 Aralık olayından sonra, biz ve bizim gibilerin suçsuz olduğu ve yargılamalarımızın kasıt altında olduğu anlaşıldı. Tekrar dava açtık ve dört sene sonunda suçsuz bulunarak serbest bırakıldım.
Gel gör ki, artık eski Kurmay Albay değildim. Göreve dönmüştüm fakat kıyıda köşede bir görev verilmişti.
Göreve döndükten sonra bütün mesaimi “abiler” ile uğraşmaya adadım. Onların yapılanması, işleyişleri ve tehlikeleri ile ilgili bir çok dosya hazırlayıp üstlerime takdim ettim…
Yine dinleyen olmadı…
Bütün bunları araştırırken benim başıma gelenin sadece benim başıma gelmediğini öğrendim. Yıldızı parlayan, önü açık ve önemli makamlara getirilecek birçok subayın başına da geldiğini öğrendim.
Bütün bu yaşananların neden yaşandığını ise 15 Temmuz 2016 Cuma gecesi ne yazık ki çok kötü bir şekilde öğrendim.
‘Abiler’ hocalarından aldıkları emir doğrultusunda darbe yapmaya kalkmışlardı ve darbenin kilit adamları, kilit makamda olan subay-astsubaylardı. Bizlerin makamını ele geçirenler planlamışlardı darbeyi…
O mel’un gece Türk Ordusu’nun içerisindeki şerefli askerler, Vatan için gözünü kırpmadan ölüme giden polisler ve vatan için gözünü karartmış Türk Milleti olmasaydı ne yazık ki, bugün çok beter bir durumdaydık.
Bu sabah karargahtan bana bir görev emri geldi…
Daha önce benim için düşünülen ve fakat ‘abiler’e peşkeş çekilen makama atandığım söylendi…
Dört yıl hapis yattım, ‘vatan haini’ denildim, bütün bunlar olurken sessiz kalanlar şimdi bana gel diyorlar…
Tabi ki, gideceğim. Vatanım için ölüme dahil her şeye seve seve giderim…
Fakat sormadan edemiyorum…
Baştan bunlara göz yummasaydınız ne olurdu ki?
Bunca ölen, bunca şehit, bunca perişan aile ve vatanın yaşadığı büyük tehlike…
Sonuç ne oldu?
Kurmay Albay iken bu ‘abiler’in hocası için şarlatan dediğimde bana yapmadığınız kalmamıştı.
Şimdi devleti bu hainlerden temizleyelim diyorsunuz…
Evet hep beraber el ele verip temizleyelim ama sizden rica ediyorum, Allah rızası için bu vatanı sevenleri dinleyin…
Ben bir Kurmay Albayım…
Dün vatanım için nasıl çalıştıysam bugün de yarın da çalışacağım!
Gerekirse ölecek ve fakat vatanıma “namahrem eli” değmesin diye uğraşacağım!
Ve…
Şerefli üniformamı şerefsizlerin ağızlarına sakız yapmayacağım!
İmza: Şerefli bir Türk Subayı
…
Bu sadece bir mektuptu…
Ben bir TuğGenaralim, ben bir TümGeneralim, ben bir Yarbayım…v.s, “BEN BİR TÜRK ASKERİYİM” diye başlayan yüzlerce mektup daha var…
…
Şimdi artık akıllı ve bir olma zamanı.
Vatandaş, gazeteci, öğretmen, esnaf…v.s düşmanlar tarafından kandırılabilir.
Eğer bir devletin yöneticileri düşmanlar tarafından “kandırılırsa” o devlet de o millet de batar!
Rabbim bir daha bize böyle acılar yaşatmasın…
Amin…
Saygılarımla…
Murat ÇALIK
25 Temmuz 2016