Kırım Türkleri’ne, kızıl rus başı yoldaş(!) Stalin’in bir emri iletildi…
İki saat içerisinde, evlerinden hiçbir eşyayı almaksızın, bulundukları köyün, kasabanın, şehrin meydanında toplanmaları istenildi.
Aynı gece Kırım Türklerinin evlerine zorla giren Kızıl ordu askerleri evleri terk etmelerini emrediyordu.
Kırım Türkleri 18 Mayıs 1944 gecesi ebedi vatanları Kırım’dan hoyrat, hodbin ve bin bir türlü eza ve cefa çektirmelerle katarlarda, hayvanların dahi konulmayacağı yerlerde ‘tıkış-tıkış’ sıkıştırılarak ölüm vadisi Sibirya ve Orta Asya çöllerine bırakılıdı…
Kırım Türkleri sürgün edildikleri bölgelerde fabrika ve işletmelerin bulunduğu köy ve kasabalara yerleştirildiler. Uzun bir müddet son derece ağır şartlar altında yaşam mücadelesi verdiler.
Birkaç yıl içerisinde açlık, susuzluk ve hastalık gibi sebeplerden göç eden nüfusun yarıya yakını hayatını kaybetmiştir…
(Kemal Özcan Kırım Türklerinin Sürgünü ve Milli Mücadele Hareketi (1944-1990))
Bu arada Kırım’dan sürgün edilmesi unutulan Arabat Köyü’ndeki bütün Kırım Türkler’i 20 Temmuz 1944 günü eski bir geminin içine doldurulup, denizin en derin yerine gelindiğinde ambar kapakları açılıp gemi batırılarak katledildi…
Bu zulüm;
Üzerinden yarım asırdan fazla geçse dahi Kırım Tatar Türk’lerinin halet-i ruhiyelerinde derin travmalar bırakmıştır ve bu yara hâlâ kanayarak devam etmektedir…
Kırım Türkleri’ne reva görülen bu soysuz ve insanlık dışı zulmün 71. yılında, hayatlarını kaybeden kandaşlarımıza Rabbim’den rahmet diliyorum…
Zulmün 71. yılında katil komunistlerin, katil devleti sovyetlerin, katil diktatörü stalin’i ve yardakçılarını beddualar ile lanetliyorum!
Ve diyorum ki;
TÜRK bu zulmü unutmayacaktır!
Kırım Türkleri’nin iki nesli “vatan özlemiyle” yaşadı, Rabbim’den dileğim üçüncü nesil bu acıyı yaşamaz…
”…Uyansam her sabah ezan sesiyle,
Görsem Ayşe’ciği su testisiyle.
Ninemi yaşmaklı namaz kılarken,
Dinlesem dedemi Kur’an okurken,
Başımı huşuyla yastığa koysam,
Sonra toparlanıp yola koyulsam.
Yahut günün şavkı vururken camdan
Heybetli sesiyle çağırsa babam.
Anam da “kalk yavrum aslanım” dese
Tutup elleriyle omuzlarımdan
O müşfik haliyle sarılsa öpse.
Semaver kaynarken ocak başında,
Dünya Türklüğünden, Türk tarihinden
Bozkurt’tan, Turan’dan söz etse dedem,
Sonra Türklük için eylese niyaz,
Gözlerinden akan yaşını görsem.
Evet yurdum uzak buradan çok uzak.
Bir ferahlık yahut bir şey umarak,
Düşerim yollara akşam üstleri.
Hep böyle çaresiz yıllardan beri
Her zaman ki gibi yorgun ve bitkin,
Artırıp yükünü hasta kalbimin
Her an heyecanlı gözlerimde yaş
Görmek ümidiyle bir Türk, bir dildaş
Dolaşırım Paris caddelerini,
Yorgun akan Sen’i, köprülerin.
Bir karakış vakti Sen kıyısında,
Kafamın içinde TÜRKLÜK ÜLKÜSÜ
Ruhumu kavuran özyurt hasreti
Böyle göçeceğim ebediyete
Donmuş cesedimi bulup çöpçüler
Defnedilmek üzere götürecekler
Kimim ben ve neyim, ne bilecekler…”
Buğra ALPGİRAY