BEN YAŞADIM! SIRA SİZDE…
(Diğergamlık Üzerine)
Uzun zamandır düşünüyorum…
Türk Milleti’nde özellikle son yıllarda “nemelâzımcılık”, “vurdumduymazlık”, “bencilik” ve “bencillik”… v.b gibi Türk ve Müslüman’a yakışmayan birtakım huyların görülmesinin nedenleri nedir?
Yolda yerde kalp krizi geçirmiş birinin can cekişirken yanından hiçbir şey olmamış gibi geçen insanları gördükçe,
Hayati tehlikede bir hasta taşıyan ambulansa yol vermeyenleri gördükçe,
Yaralanmış birine “aman, başım belaya girer” diye sırtını dönenleri gördükçe,
Ölümü bir hikâye gibi dinleyenleri gördükçe,
Şehit haberlerini sanki Tv Magazin programı gibi seyredenleri gördükçe,
Vatanın bir yerlerinde sokaklar kan gölü iken, evinde rahatça uyuyabilenleri gördükçe…v.s bu sorular iyice fazlalaştı kafamda….
Öyle bir hâle geldik ki hiçbir şey bizim için önemli olmaz oldu maddiyat-ekonomi hariç…
Türk Devlet geleneğinde ve Türk Milleti’nin tarihinde, “ben”ci olmak yoktur…
Türk Milleti “Milletçi ve Devletçi”dir. (Buradaki devlet, hükümet veya iktidar değil, Türk Devleti’nin tüzel kişiliğidir)
Fakat son yıllarda artık gitgide “ben”ci olduk ve toplumu, milleti, devleti düşünmez olduk.
Şahsi istikbâlimizin dışında bir şey düşünemez olduk.
Yukarıda bahis ettiğim, kalp krizi geçiren, ambulansla hastaneye götürülmeyi bekleyen, yaralanmış olan, hayati tehlikesi olan, evladı veya kendisi Allah korusun şehit olabilecek olanlardan değil miyiz?
Demek ki, bu dediklerimin olma ihtimâli var, var ama bunları kendine yakıştıran yok…
İşte tam da burada en azından bu tür kötü hasletlerin neden Türk Milleti’ne bulaştığının bir sebebini kendimce buldum…
Diğergam olmayı unuttuk…
(moda deyim ile empati yapmayı)
Peki diğergam olmak nedir?
Diğergam; Bir kişinin kendisini karşısındaki kişinin yerine koyarak olaylara onun bakış açısıyla bakması, o kişinin duygularını ve düşüncelerini doğru olarak anlaması ve hissetmesidir... (TDK)
Biz mağdur durumda olanın, dertli durumda olanın yerine kendimizi koymayı unuttuk artık…
Hatırlar mısınız, eskiden evde hayvanlar ile ilgili belgesel seyredilirken, aslanın bir ceylan yavrusunu avladığını gören annelerimiz ne yapardı?
Önce içten bir acıma sedâsı sonrasında ciğerden gelen bir “yavrummmmm” nidâsı…
Neden böyle içten feryat ettiğini düşündünüz mü annelerimizin?
Çünkü o ceylanın annesinin yerine koyardı kendisini…
Şimdi izin verirseniz hep beraber bir diğergam denemesi yapalım böylece haksız mıyım, değil miyim üzerine düşünelim…
Şimdiki paylaşacağım ve alıntısını yaptığım elim olaydaki birinin yerine şehit eşinin yani Aklime Korkmaz‘ın yerine kendimizi koyalım ve öyle okuyalım, şehit eşinin mektubunu…
Lütfen kendinizi şehit eşi Akile Korkmaz’ın yerine, onun yaşadıklarını siz yaşamış gibi düşünerek bu mektubu okuyunuz.
Ağrı – Doğubeyazıt, Kazan Köyü
28.09.1994 tarihinde Şehit olan
Öğretmen Sait KORKMAZ’ın Eşi
AKLİME AYTEN KORKMAZ’ın MEKTUBU
“…
Ben uykudaydım. Kapının çok sert çalındığını duydum. Ben zannettim ki köylülerden biri hasta diye kapı çalıyorlar.
Yataktan kalkıp baktığımda eşim kapıyı açmış, iki kişi elleri silahlı ve tam donanmış kişilerdi. Ellerinde telsizleri de vardı. Ben ve eşim çok şaşırmıştık ve şakındık.
Kendi kendime sordum; “bunlar kim? neden bize geldiler?”
Adamlar içeri girip oturduktan sonra ben kızımı mahsustan uykusundan uyandırıp tuvalete götürdüm. Adamlar kızımızı görüp, bize bir şey yapmazlar diye düşündüm.
Biraz konuştuktan sonra eşime “bizi kapıya kadar geçirir misin?” dediler.
Eşim ve ben balkona çıktık. Bize dediler ki; “dışarının lambasını kapatın evinizden çıktığımızı kimse görmesin.”
Kapımızda bir köylünün köpeği duruyordu. Adamlar eşim ve bana “şu köpeğe ekmek verin bizi ıssırmasın” dediler. Ben ve eşim ekmeği alıp köpeğe verirken eşimi çağırdılar, “hoca gel, sana bir şey diyeceğiz.” dediler.
Eşim giderken hiç aklıma gelmedi öylesine iyi bir insanı öldürecekleri. Adamlar 2 metre ileride duruyorlardı. Eşim yanlarına gitti.
Birden kurşun sesleriyle birlikte eşim “Ayten” diye bağırdı ve ben balkondan koşup lambayı açtım.
Zannettim ki havaya ateş ediyorlar. Eşimi ayakta beklerken onu yerde can çekişirken gördükten sonra eşime doğru koşup ona sarılıp ve bağırdım “beni de öldürün” diye ama ortalıkta kimse yoktu.
Eşim o haliyle bana işaret ediyordu “korkma yaşıyorum ben” diye.
Başımdaki yazmayı sağ göğsündeki kurşun yarasına bastırdım kan kaybetmesin diye…
Bağırıyordum, “ölme ne olur çocuğunu gör” diye. Karnına vurup duruyordum ne olur Azrail gelmesin diye bağırıp Allah’a yalvarıyordum Sait ölmesin diye…
O an içeri koşup el fenerini alıp köye koşup yardım istiyordum.
Bütün kapıları çaldım. Kimse yardım etmiyordu. Ben de kapı ve pencereleri kırıp yardım istedim.
Köylüler beni kovuyorlardı. “git başımıza belamısın” diyorlardı.
Eşimin yanına koşup geldiğim zaman kızım “ne oldu anne, neden bağırıyorsun?” dedi. O an ona ne söylediğimi hatırlamıyorum.
Kızımı sürekli orada bırakıp tekrar tekrar köye yardım istemeye gittiğim zaman kızım koşup içeri giriyordu. Benim geldiğimi duyunca tekrar dışarı çıkıyordu.
Yine köye koşup bu defa köyün erkekleri ve gençleri korkuyorsa bari kadınlar yardım etsin diye yalvardım. Çünkü kadınlara zarar vermezler diye düşündüm ve hepsine yalvarıyor, “bana birşey yapmadılar size de yapmazlar” diye söyledim.
Ne olur biriniz bana bir at arabası verin eşimi şehre götürüp tedavi ettireyim. Eşim sizin çocuklarınız için buradaydı diyor ve yalvarıyordum.
En sonunda baktım ki kimse bana yardım etmeyecek eşimin yanına geldim…
Başını dizime koydum…
Baktım ki eşim can veriyor, dudaklarını suyla ıslattım…
Eşime kelime-i şahadet getirttirdim. Kalkıp eşimin başının altına bir minder koydum.
ve üstünü örttüm…
Sonunda köy muhtarının kardeşi gelip “ölmüş kızım, gel gidelim bize” dedi.
Önce gitmedim, eşimin başında kalmak istedim…
Sonra düşündüm eşim zaten vefat etmiş, hadi adamlar geri dönüp hem ben ve kızıma kötülük yaparsalar diye düşünüp, kızımı alıp köy muhtarının kardeşinin evine sığındım.
Şimdi düşünüyorum ki evimizin köye uzak olmasından başka aramızda bir dere vardı.
Dört buçuk aylık hamile olduğum halde, kim bilir kaç defa göğsüme kadar sulara gömüldüm, köylülerden yardım istedim.
Ben ki köyün vahşi köpeklerinden korkuyordum, o gece köpekler benim feryadımdan benden korkup kaçıyorlardı.
O kadar mücadele etmeme rağmen eşimi kurtaramadım.
Ben bir Şehit eşi olmaktan gurur duyuyorum. Çünkü Şehit mertebesi en yüce mertebedir ama acımız çok büyük ve ölene dek unutulmaz.
O gece ben çok şeyler yaşadım. Hepsi bir birinden acıydı.
Yaşadıklarımı anlatsam sayfalara sığmaz, göz yaşları içinde bunları yazdım. İki çocuğum için yaşıyorum.
Saygılarımla
Aklime Ayten KORKMAZ
…
Eğer bu mektubu okuduysanız ve okurken diğergam olabildiyseniz…
Yani kendinizi şehid eşi Aklime Hanım’ın yerine koyabildiyseniz…
Onun yaşadıklarını hissedebildiyseniz, yaşayabildiyseniz…
ve eğer birileri görsün diye bu yazıyı paylaşacaksanız…
Lütfen paylaşırken bu yazının başlığına ,
“BEN YAŞADIM! SIRA SİZDE” yazarak ulaşabildiğiniz yerlerde paylaşınız,
Paylaşınız ki…
Hayatı sadece uyumak, yemek yemek, para kazanmaktan öte görenlerin ve uğruna fedâ edilecekleri unutmayanların, diğergamlığı bırakmayanların, sadece kendi istikbâlini değil milletinin ve devletinin istikbâlini düşünenlerin hâlâ sağ oldukları bilinsin…
Paylaşınız ki…
Türkiye’deki en büyük “sorunun” ne olduğu bilinsin!
Yaradan bu kutlu vatan uğruna salâ okutan şehidlerimize rahmet etsin, gazilerimize şifâlar versin…
Allah’ım birliğimize, dirliğimize ve huzurumuza göz dikenleri Kahhar ismi celili ile kahr-u perişan eylesin…
Diğergam olanların sayısı artmadıkça milletimin üzerine kabus gibi çöken “bencillik” karabulutu çekip gitmeyecek…
Saygılarımla…
Murat ÇALIK
24.07.2012