Bu yazımızda İmam Mâturîdî’nin hayatından, eserlerinden, fikrinden bahsederken ayrıca Türk Milleti’nin İmam Mâturîdî ve düşüncelerini bilmemesinden veya bilinmesi birileri tarafından engellenmesinden dolayı neler kaybettiğine de değineceğiz.
Öncelikle bir giriş yapalım…
Ehl-i Sünnet ekolünün İmam Eşarî ile birlikte öncülerinden olan İmam Mâturîdî kimdir?
Türk ve İslâm Tarihi’ndeki rolü nedir?
Prof. Dr. Sönmez Kutlu’nun kaleminden;
“İmam Mâturîdî Türk Dünyasının yetiştirdiği abide şahsiyetlerden biridir.
Kendisinin doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Ölüm tarihinin hicri 333, miladi 944 yılı olduğu kesin gibidir.
Mâturîdî bugünkü Özbekistan sınırları içerisinde bulunan Semerkant şehrine yakın Maturid adlı bir kasaba veya köyde dünyaya geldi.
Asıl adı Ebû Mansur Muhammed b. Muhammed b. Mansûr’dur.
Mâturîdî’nin Türk olduğuna ilişkin kanaatler hemen hemen kesindir.
Maturidi’liğin Türkler arasında yayılması da onun Türk olduğuna dair önemli bir ipucu vermektedir.
Döneminin seçkin bilim adamlarından eğitim görmüştür. Onlardan fıkıh, kelam, dil, felsefe ve tefsir dersleri aldı. Çeşitli bilim dallarında çok önemli eserler bıraktı.
Ancak bu eserler, çeşitli sebeplerle, maalesef günümüze kadar ulaşamadı. Bunlardan sadece iki eseri bugün elimizdedir. Bunlardan birisi onun inanç ve itikatla ilgili görüşlerini ihtiva eden Kitâbu’t-Tevhîd, diğeri ise Te’vilâtu’l-Ku’rân’dır.
İmam Mâturîdî kendinden önce yapılan tefsir çalışmalarını farklı bir şekilde değerlendirir. Ondan önce daha çok rivayete dayalı tefsir çalışmaları vardı. Akla dayalı tefsir çalışmaları yeterince gelişmemişti.
Kur’an ayetlerini, doğrudan doğruya vahyin indiği döneme giderek ayetin niçin indiğini, neyin kastedildiğini, Peygamber döneminde nasıl anlaşıldığına dair rivayetleri dikkate alarak açıklamaya Rivayet tefsiri denir.
Rivayetlerden ziyade daha çok ayetleri akılla tevil etme şeklindeki yorum biçimine ise, Dirayet tefsiri denir.
Başka bir ifadeyle daha çok akılla tefsir yapanlar Dirayet yöntemini, rivayetle tefsir yapanlar ise Rivayet yöntemini kullanmış oluyor.
İmam Mâturîdî, Rivayet yöntemini değil Dirayet yöntemini, yani akılcı yöntemi benimsedi. Çünkü ayetleri yeniden anlamanın gerekliliğine inanıyordu.
Mâturîdî, rivayetle tefsir yapmanın, sadece sahabilere ait olduğunu ileri sürdü. Çünkü onlar olaya bizzat tanık oldular. Ayetin niçin indiğini biliyorlardı. Fakat Mâturîdî, ayetten kastedilenin anlaşılması için akılla tevilin şart olduğuna inanıyordu. Bu yüzden Te’vilâtu’l-Ku’rân adıyla bir tefsir yazdı. Daha sonraları eseri Te’vilâtu Ehli Sünnet olarak meşhur oldu.
Mâturîdî burada kendinden önce yapılanlardan farklı olarak yeni bir yöntem geliştirdi. Bu sebeple o İslam düşüncesinde “yorumbilim” geleneğini ilk başlatanlardan sayılabilir.
O, metne bağlı kalmakla beraber, metin merkezli olmaktan çok olgu merkezli düşünüp hayatın sorunlarına odaklanan ve olgudan metne gitme şeklindeki bir yöntemi geliştiren birisidir.
Ama Rivayet tefsircileri, daha çok rivayetten hareketle sorunlara çözme yaklaşımını benimsedi. Bunun başka bir adı “metin merkezli” düşünce biçimidir. Mâturîdî’nin Te’vilâtu’l-Kur’ân’ı, Kur’an’ı başından sonuna kadar, yani ilk sureden son sureye kadar ayetleri tek tek yorumlayan bir tefsirdir.”
( Prof.Dr. Sönmez Kutlu’nun “Mâturîdî kimdir, büyüdüğü ortam ve hayatı hakkında neler biliyoruz” Söyleyişinden alıntıdır)
…
Şimdi gelelim asıl meselemize;
Türk ve İslâm Tarihi’nde İmam Mâturîdî neden bu kadar önemlidir?
Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayan ve İslam inancına sahip olduğunu söyleyen birine hangi mezheptensin diye sorduğunuzda, cevap olarak Sûnni veya Alevî diye cevap verir veya Hanefi, Şafi, Hanbeli, Maliki der.
Eğer kendilerine Sûnni diyenlerin içerisinde Ehl-i Sünnet Vel Cemaat Mezhebini bilenler var ise İmam Mâturîdî ve İmam Eşari’nin öncülüğündeki Ehl-i Sünnete bağlı olduklarını söylerler.
– Peki İmam Maturidi’nin Türk olduğunu bilen kaç kişidir?
Sayıları ne yazık ki çok azdır..
– Hele Hele Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesinde bu Türk Âlimi’nin İslam’a bakışının rolünü ve Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün bu Türk Âlimi’ne hayranlığını kaç kişi bilir…
Sayıları ne yazık ki çok çok azdır…
– Ya Atatürk’ün Lâiklik hukuk kuralını Fransızdan(batıdan) değil de İmam Mâturîdî’nin cevazıyla uygulandığı Selçuklu’dan aldığını kaç kişi bilir?
Sayıları ne yazık ki çok çok çok azdır…
“Ona göre, şah, şehinşah gibi Allah’a ait olan bazı sıfatlar, devlet başkanlarına verilemez.”
Şu yukarıdaki yazılan İmam Mâturîdî’ye ait bu düşünce bile o zamanda ki bütün mütefekkirleri, ilim, din adamlarını ve dâhi hükümdarları hayrete düşürmüş ve bu yüzden çok tepki görmüştür.
Peki İmam Mâturîdî, kişiliği, fikirleri ve bakış açısı Türk Milleti tarafından bilinmiyor ise bunun sonucu ne olmuştur?
Şimdilik bu soruya Murat Çalık olarak biz cevap verelim zira aşağıda bu konunun uzmanlarınca cevaplar da verilecektir…
* Bugün lâikliğin dinsizlik mânasına geldiği gibi bir fikir hâla dolaşıyorsa, sebebi İmam Mâturîdî ve fikirlerinin bilinmeyişindendir,
* Bugün din istismarı rahatça yapılabiliyorsa, sebebi İmam Mâturîdî ve fikirlerinin bilinmeyişindendir,
* Bugün din bezirgânları, münâfıklar hâlâ siyasal dincilikle ile Türk Milleti’nden oy alabiliyor ise, sebebi İmam Mâturîdî ve fikirlerinin bilinmeyişindendir,
* Bugün hâlâ bir kesim Mustafa Kemal Atatürk’ü “din düşmanı olmakla” suçlayabilme cürretinde bulunabiliyor ise, sebebi İmam Mâturîdî ve fikirlerinin bilinmeyişindendir,
* Bugün hâlâ her Ramazanda on ayrı televizyona, on ayrı zât çıkıp Kur’an ayetleri üzerine birbirinden farklı yorumlar yapabiliyor, diğerlerini dinden çıkmış gösteriyor ve milletin kafasını karıştırabiliyor ise, sebebi İmam Mâturîdî ve fikirlerinin bilinmeyişindendir,
* Bugün hâlâ İslam’ı SADECE “şekilce” yorumluyorsak, sebebi İmam Mâturîdî ve fikirlerinin bilinmeyişindendir,
* Bugün hâlâ vefat etmiş kimselerin türbe veya kâbirlerini gidip “Ancak sana kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz.” meâlindeki Fâtiha Sûresi’nin 5. Ayet-i kerimesine sırtını dönerek çaput bağlayıp, yardım dileyenler var ise, sebebi İmam Mâturîdî ve fikirlerinin bilinmeyişindendir…
Bu sözler çoğaltılabilir….
Demek ki İmam Mâturîdî ve fikirlerini bilmemenin Türk Milleti’ne getirdiği zararlar sayılamayacak kadar çokur.
Tabi ki birileri bu muhterem zâtı ve fikirlerini bilmememizi ister zirâ anlayıp idrâk edersek başlatına gelecekleri çok iyi bilirler…
İmam Mâturîdî felsefesi ile Atatürk’ün uygulamak istediği Türk tipi lâikliğin birbiriyle uyuşmadığını söyleyenler de olabilir.
Böyle kimselerden ricam aşağıda kısmi alıntılar yaptığım kaynakları okumalarıdır.
Böylece istişaremiz daha da verimli olacaktır.
İmam Maturidi döneminde devlet yöneticileri tarafından kullanılan “şehinşah yeryüzünün sultanı” gibi sıfatların kullanılmasına karşı çıkılmıştır.
Ayrıca Maturudi felsefesine göre toplumun din konusunda bireye baskı yapması uygun görülmez. (bu iki cümle bile Türk tipi lâikliliğin felsefesini anlatmaktadır)
Ayırca Maturudi’ye göre;
“Devlet adamları ve bürokratlar meşruiyetlerinin kaynağını ilahi bir güçten almazlar. Onlar birer kuldur ve bu dünyanın yasalarına tabidir.”
Bununla beraber İmam Maturudi’nin “cevazlarından” yola çıkarak Selçuklu lâiklik hukuk kuralını yönetiminde benimsemiştir.(Tuğrul Bey ve zamanın Abbasi Halifesi meselesi)
Mustafa Kemal Atatürk, Elmalı’lı Muhammed Hamdi Yazır’la Hak Dini Kur’an Dili adlı tefsiri yazması için yaptığı mukavelede itikadî âyetler İmâm-ı Mâtürîdî’nin; ahkamla ilgili âyetler Ebû Hanife’nin anlayışları istikametinde olacağı kaydını da düşmüştür.
Atatürk’ün;
“Bizim dinimiz en makul ve en doğal bir dindir. Ve ancak bundan dolayıdır ki son din olmuştur.
Bir dinin doğal olması için akla, tekniğe, ilme ve mantığa uygun olması gerekir. Bizim dinimiz bunlara tamamen uygundur.
…
İslam’ın sosyal hayatı içinde hiç kimsenin, bir özel sınıf halinde varlığını sürdürme hakkı yoktur.
Kendilerinde böyle bir hak görenler dini kurallara uygun harekette bulunmuş olmazlar.
Bizde ruhbanlık yoktur, hepimiz eşitiz ve dinimizin kurallarını eşit olarak öğrenmeye mecburuz”
(Atatürk”ün Söylev ve Demeçleri, 1959, c.2, s. 90
..sözü bile İmam Mâturîdî anlayışına bakışını göstermektedir.
İmam Mâturîdî hakkında daha fazla bilgi için Doç. Dr. Mehmet Zeki İŞCAN’ın “İSLAM DÜŞÜNCESİNİN ENTELEKTÜEL TEMELLERİNİN YENİDEN YORUMLANMASINDA MÂTURÎDİ’NİN KATKISI” adlı makalesine bakabilirsiniz,
Ayrıca Prof. Dr. Sönmez Kutlu’nun “İmam Mâturidi’ye Göre Diyanet-Siyaset Ayrımı ve Çağdaş Tartışmalarla Mukayesesi” adlı makalesi
ve Cazim Gürbüz’ün “Kartal Gözüyle Lâiklik” kitabı da incelenirse böylece Maturudi bakış açısı ile bilgilenip belki “lâiklik hukuk kuralı” diyerek ne anlatmak istediğimizi daha net anlatabilmiş olacağız.
Bununla beraber bahsetmiş olduğumuz “laiklik” kelimesinin bugün birileri tarafından kullanılmakta olan “laisizm” olmadığını önemle altını çizmek isterim.
Bununla ilgili olarak da Yrd. Doç. Dr. Şükrü USLU’nun “Laiklik-Din” ilişkisi adlı makalesinin okunmasını şiddetle tavsiye ederim.
Ayrıca Türk tipi lâiklik adını ilk duyduğum; Prof. Dr. Reşat Genç’in Atatürk Araştırma Merkezi Dergisindeki bir yazısında;
“Karahanlılar Devletinde, orta Asyada kurulmuş olan ilk Müslüman Türk Devleti uygulamasında, din işlerinin hükümdarlığa bağlı bir devlet memuriyeti tarafından yürütüldüğünü görmekteyiz.
Büyük Selçuklularda da aynı şekilde olmuştur. Büyük Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey devletin yani dünya işlerinin başında olmuş. Abbasi Halifesi ise ödenekleri devlet tarafından karşılanan bir memur gibi Müslümanların dini işleri ile ilgilenmiştir. Ama asıl dini hukuki işler, hükümdar tarafından tayin edilen kadılar tarafından yürütülmüştür.
Melik Şah ise, bir takım hukuk düzenlemelerinde, dini esaslardan da yararlanmakla birlikte, çoğu örf hukukundan alınmış malzemeyle bir takım kanunî düzenlemeler yapmıştır.
Özellikle Delhi Türk Sultanlığının Kalaç Sultanlığının hükümdarlarından meşhur Sultan Alaattin Kalaçın bu konudaki sözleri çok dikkat çekicidir.
Şöyle diyor: Din ve devlet birbirlerinden tamamen ayrı şeyler olup, bunlardan birincisi yani din müftülere ve kadılara, ikincisi ise beylere yani hükümdarlara ait işlerdendir.
Aynı anlayışın aşağı yukarı bütün hakimiyetleri boyunca Babürlülerde olduğunu, özellikle Evrengzipin bu konuda çok daha açık olduğunu, çok değişik inanca mensup tebaası arasında, en azından duygu birliği meydana getirmek gayreti içerisinde bir takım yeni yorumlamalara, yeni değerlendirmelere gittiğini biliyoruz…
1774 öncesi bütün Türk tarihi bugünkü laik uygulamanın esasını gösterir bir uygulama olarak karşımıza çıkmaktadır. Ve dolayısıyla laiklik Türk tarihine ve kültürüne hiç yabancı olmayan, Türk Toplumunun kolaylıkla anlayabileceği, benimseyeceği bir uygulama olarak görülmekte ve algılanmaktadır.
Algılanmalıdır da.”
(ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ DERGİSİ, Sayı 28, Cilt: X, Mart 1994)
…söylemesi;
Bununla beraber;
İnönü Üniversitesi Darende İlahiyat Fakültesi öğretim görevlisi Dr. Ahmet Ak’ın Matüridi Kaynaklarda Matüridi ve Matüridîlik başlıklı doktora tezin’de;
“Matüridînin Temel Görüşleri başlığı altında (Sh: 5886) Tanrının Birliği, ispatı ile iman problemi konularında Matüridînin kendi kitaplarına dayanılarak bilgiler verilmektedir.
Matüridî, imanın, kesb açısından insana, yaratma (halk) açısından Tanrı’ya ait olduğunu ifade etmiştir.
Ona göre eylemler (ameller) imandan bir parça değildir. Bu sebeple dini eylemleri yapmayanlar dinden çıkmazlar.
İman artmaz ve eksilmez, aynı zamanda zorlama da kabul etmez.
Matüridîye göre devlet yönetimi inançla ilgili olmayıp akli, sosyal, hukuki bir konudur.
(Matüridi ye göre) hiç kimse bir başkasını inanmadığı için kınayamaz, baskı altına alamaz.
Olgun bir mümin olabilmek, ancak hakiki bir imana sahip olup, güzel işler yapmakla mümkündür.
İmam Matüridi, dini siyasete alet etmemiştir.
Matüridî’nin görüşleri önce Maveraünnehir ve Horasanda, sonra Irak, Suriye ve Anadoluda yayılmıştır
Araştıran, sorgulayan ve her şeyin mümkün olan en iyisinin yapılmasını isteyen; kardeşlik ve eşitlik, birlik ve beraberlik, barış ve adalet anlayışı üzerine kurulan iman nazariyesini savunan İmam Mâturîdî ve ona nispet edilen Matüridîlik iyi bilindiği takdirde, günümüzdeki Müslümanların daha sağlıklı bir din anlayışına kavuşmalarına yardım edeceğini düşünmekteyiz.
Ayrıca sağlam bir din anlayışına sahip olan müslümanların, dünya barışının teminine de önemli katkı sağlayacağı kanaatindeyiz…”
Ahmet Ak, Büyük Türk Âlimi Matüridive Matüridîlik, İstanbul,2008
…sözleri neden bu meseleye Türk tipi lâiklik, Atatürk ve İmam Maturudi açısından baktığımı zannediyorum kısmen anlatacaktır.
Son söz olarak şu ilaveyi de yapmak isterim,
Bizim derdimiz İslâmı Türkleştirmek veya Türk’ü bir inanç ile sınırlandırmak değildir amma bir Türk Âlimi’nin İslam dinine böylesi muhteşem bakış açısının altını çizmek de herhâlde bir Türk olarak görevimizdir.
…
Bu yazımız İslam inancına sahip Türk kardeşlerimiz ile istişaremizdi.
Bizim için önemli olan herkesin “inandığını ifâde ettiği” ile ilgili bilgi sahibi olması gerekliliğidir. Böylece bu tip kimseleri hiç kimse inancı ile kandıramaz ve sapıtamaz.
Bizim için aslolan ise Türk’ün kimliğini kaybetmemesi, asimile olmaması yani özünden ayrılmamasıdır.
Bu konu ile ilgili araştırmalarımız sonucunda bizde, İmam Mâturîdî’nin İslam’a bakışı ve Atatürk’ün de en azından İslam’a bakışında İmam Mâturîdî’yi referans alması dolayısıyla, inancına böyle bir bakışla İslam’a inanan bir Türk’ün özünden ayrılmayacağı kanısı oluşmuştur.
Yüzyıllardır bizden -bilerek- saklanan bir konuyu anlatmak pek tabi kısa bir şekilde olamayacaktı o yüzden bu ‘uzun’ yazıyı okuyan herkese teşekkür ediyor,
Bu vesile ile iki büyük Türk, İmam Mâturîdî ve Başbuğ Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü rahmet ve minnetle anıyorum.
Selam ve saygılarımla…
Murat ÇALIK
10.03.2015