Birçok defalar okumuşluğum var…
Namazlarda, dualarda, kabirlerde, vefat edenin ardından…v.s.
Fatiha Suresi’nden bahsediyorum…
arapça’sını okurken bana güzel geliyordu lâkin kabul etmeliyim ki, ilk defa 15 yaşımda Türkçe meâlini okuduğumda çok farklı hissetmiştim…
“Elhamdü lillâhi rabbil’alemin.”
Bir mistikliği, bir manevi havası vardı bu ayetin her zaman kalbimde…
Duyduğumda okuduğumda sanki bir derya açılıyordu gönlüme.
Fakat bu ayetin bana her okuduğumda,
“Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd ederim” dedirttiğini öğrenince bir başka keyiflenmiştim.
Zira bilmeden her okuduğumda inandığım Yaradanı tesbih etmiş oluyordum.
Gariptir ki, taptığım Yaradanı ‘bilmeden‘ tesbih etmiş oluyordum.
Sonra ezan’ı merak ettim.
Tamam, namaza çağırıyordu ama ne diyordu ezan bana?
Meselâ ezanın ilk sözü “Allah-û Ekber” kelimesi ne ifade ediyordu?
Öğrendim ki, “Allah en büyüktür” demekmiş.
İşte o zaman “Allah-û Ekber” diyerek masum insanların canına kıyanlardan daha da nefret ettim.
Ve üçüncü olarak merak ettiğim, ”Sadakallahül’l-Âzim” idi.
Çünkü her sure’den ve Kur’an okumayı bıraktıktan sonra bu kelimeyi söylüyorduk.
Acaba neden?
Neden söylüyorduk ki bu kelimeyi?
Öğrendim ki;
” Azim olan Allah ne güzel ne doğru söyledi.” demekmiş bu cümle…
Yani bu cümleyi söylemekle Kur’an’ın hak ve doğru kitap olduğunu,
Allah’ın her emir ve yasağının, helal ve haramının, hüküm ve tavsiyesinin, bütün sözlerinin doğru olduğunu ikrar ve ilan etmiş oluyorduk.
Ne kadar garip değil mi?
Bilmeden ikrar etmiş oluyorduk…
Bilmeden ikrar etmek?
Belki de sorunumuz budur!
Bilmeden ikrar ediyoruz.
Belki de bundan dolayıdır ki;
Allah “hak yeme”, “kalp kırma”, “kul hakkıyla yanıma gelme” dediğinde,
Ne dediğini bilmeden ikrar ediyor yani kabul ediyorum diyoruz, sonra da etrafta bunca kalbi kırılan, hakkı çiğnenen kimseler oluyor.
Şimdi soru şu…
Bilmemek mi ayıp, öğrenmemek mi?
İnandığını söylediği ile bilinçlenmiş bir topluluğun karşısında kimse duramaz.
Bilinçlenmek için idrâk etmek,
İdrâk etmek için öğrenmek,
Öğrenmek için sorgulamak,
Sorgulamak için okumak,
Okumak için de merak gerekir…
Önce merak gerekir demek ki…
Biz öyle boş meraklar ile uğraşıyoruz ki…
Ne inancımız dediğimiz ile ne aslımız dediğimiz ile ne de tarihimiz ile ilgili meraklarımız çok olmuyor…
1936 yılında Mustafa Kemal Atatürk’ün kendi cebinden Elmalılı Hamdi Yazır’a neşrettirdiği Türkiye Cumhuriyeti’nin (15.yy’dan sonra bir ilktir) ilk Kur’an-ı Kerim’in Türkçe Meâli yayınlandıktan sonra yüzlerce meâl neşredildi ülkemizde.
Şu an piyasada istediğimiz anda bulabiliriz Kur’an’ı Kerim’in Türkçe Meâli’ni…
Gel gör ki, bizde merak yok!
Daha doğrusu asıl meselelere merak yok. Yoksa kim hangi arabayı almış, kim nerede kaç liraya ev kalmış, kimin kızı kime kaçmış, kimin oğlu boşanmış, kim kaç lira maaş almış, kim batmış, kim aldatmış, kim ne yapmış… vs vs vs merakları çok bizde maşallah…
Ama ne inancımız ne geçmişimiz ne geleceğimiz ile ilgili merak etmiyoruz!
Mesela bizde merak olmadığı için inandığımızı söylediğimiz dini kaynağından değil, başkalarının ağzından öğreniyoruz…
Merak olmadığı için bir hoca bir gün “satranç helâldir” diyor inanıyoruz, başka bir gün “satranç haramdır” diyor, satranç oynayana neredeyse zındık gözüyle bakıyoruz…
Merak olmadığı için Ramazan Ayı geldi mi birçok hoca ekrana çıkıp farklı farklı konuşuyorlar bizim de iyice kafamız karışıyor.
Merak olmadığı için, beş vakit namaz kılıp Fatiha suresini her rekatında okuyan bazı Müslümanlar,
Fatiha suresi’nin 5. ayeti’ni,
“Rabbimiz ancak sana kulluk ederiz ve yalnız senden medet umarız.” anlamına geldiğini bilmeden okuyorlar ve sonra camiden çıkıp hemen yanı başındaki vefat etmiş bir kimsenin türbesine çaput bağlayıp “yardım diliyorlar, medet umuyorlar”…
Sonra da Kur’an-ı Kerim’i okuyup,
” Sadakallahül’l-Âzim” (Azim olan Allah ne güzel ne doğru söyledi) deyip Rabbi’nin Kelâmı’nı yani Kur’an-ı kabul ettik diye ikrar ediyorlar.
?
Hem tersini yapıyorlar hem de kabul ettik diyorlar…
Garip değil mi?
Belki de bu yüzdendir “dinimizi siyasete alet edenlerin” bu denli başarılı olmaları.
Belki de bu yüzdendir birilerinin kendini çoban bizi de sürü sayması…
Yanlış anlamayın, ben de öyle hatasız değilim…
Pek tabi günahkârım da…
Fakat önce nefsimle sonra da sizle –en azından dinlemek isteyenlerle– istişare edeyim diye yazdım bütün bunları.
Ben hâlâ merak içerisindeyim…
Ve görülüyor ki, bu merağım ölene kadar da devam edecek…
Zira ölene kadar öğreneceğim o kadar çok şey var ki…
Neyse…
Size “hakikate ulaşmak yolunda” meraklı günler dilerim…
Selam ve saygılarımla….
Murat ÇALIK