Bir Türk Milliyetçisi’nin gözü ile TÜRK’ün Başbuğu
Hep başkalarından dinlediniz Bozkurt bakışlı Başbuğum’u…
Kimisi yobaz gözüyle, kimisi makyevelist, kimisi milliyetsiz, kimisi komunist, kimisi lâ-dini gözüyle kimisi de kraldan çok kralcı gözüyle anlattı Atatürk’ü…
Bir de benim gözümden yani Türk Milliyetçiliği gözüyle görmenizi istedim Atam’ı.
Biraz uzun oldu biliyorum ama böylesine tarihi ve üzerinde bir çok doğru/yanlış görüşlerin olduğu bir şahsiyeti “kısaca” nasıl anlatabilirdim ki?
İyiliğini, kötülüğünü, dindarlığını veyahut günahkârlığını Allah (c.c) bilir (bizi de ilgilendirmez) ama bir gerçek vardır ki; Türk Milletine çok büyük hizmetleri olmuştur Mustafa Kemâl Atatürk’ün…
Esir düşen, bölünen, parçalanan Türk Milleti’ni birleştirip ayağa kaldırmıştır…
İngiliz sömürgesi olmamıza, ezanlarımızın susmasına, bayrağımızın indirilmesine, evlatlarımızın adının George, Michael, Jennifer v.b gibi yabancı olmasına silah arkadaşları ile engel olmuştur.
İşte bu yazımızda, Mustafa Kemâl’in kişiliğinden çok fikirlerinden bahsedeceğiz ve bunca yıldır bize anlatılan ile sözleri ve düşündükleri arasında fark var mı yok mu onu irdeleyeceğiz.
Kısacası bir Türk Milliyetçisi’nin gözünden Türk’ün Başbuğ’unu anlatmaya çalışacağız.
Şimdilerde takunyalar(!) ile açılan bazı kapılar bir zamanlar “Atatürk Rozeti” ile açılıyordu…
İşte o zamanlarda açıkça görülebilen “Atatürk Modası” vardı tıpkı şimdilerde “Ilımlı İslâm Modası” olduğu gibi…
Mustafa Kemâl Atatürk’ün dindarlığını veyahutta günahkârlığını (Rabbim bilir) bir yana bırakıp, fikriyatına bakalım isterseniz.
Atatürk herşeyden önce şuurlu bir Türk Milliyetçisidir.
Fikirlerimin babası dediği büyük Türkçü merhum Ziya Gökalp, Atatürk’ün düşünce yapısını etkileyen en önemli şahsiyettir.
Bu etkilenmeyi sözlerinden açıkça görmekteyiz.
“-Türkiye Türklerindir.
-Muhterem milletime şunu tavsiye ederim ki, başına geçireceği insanların kanlarındaki ve vicdanlarındaki cevheri asliyi tayin etmekten bir an uzak olmasın.
-Dünya üzerinde Türk’ten daha büyük, ondan daha eski, ondan daha temiz bir millet yoktur ve bütün insanlık tarihinde görülmemiştir.
-Hayattaki yegâne üstünlüğüm Türk doğmaktır.
-Biz doğrudan doğruya milletseveriz ve Türk milliyetçisiyiz.
-Eğer bende bazı fevkaladelikler görüyor buluyorsanız bunları sadece ve yalnız Türk olmama, Türklüğüme bağlayınız.
-Bu ülke, tarihte Türk’tü, bugün de Türk’tür ve sonsuza dek Türk olarak yaşayacaktır.
-Taş kırılır, tunç erir. Ama Türklük ebedidir.
-Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur.
-Bir Türk, cihana bedeldir.
-Ben her şeyden önce bir Türk milliyetçisiyim. Böyle doğdum. Böyle öleceğim.
Türk birliğinin, bir gün hakikat olacağına inancım vardır. Ben görmesem bile, gözlerimi dünyaya onun rüyaları içinde kapayacağım.
Türk birliğine inanıyorum, onu görüyorum. Yarının tarihi, yeni fasıllarını Türk birliğiyle açacaktır. Dünya sükununu bu fasıllar içinde bulacaktır. Türk’ün varlığı bu köhne aleme yeni ufuklar açacak, güneş ne demek, ufuk ne demek, o zaman görülecek.
-NE MUTLU TÜRK’ÜM DİYENE!…”
Yukarıdaki onlarca söz ve buraya almadığım yüzlerce söz aslında Mustafa Kemâl Atatürk’ün fikirlerini net olarak ortaya koymaktadır…
Fakat vefatından bir süre sonra özellikle tek partili dönemde biraz da zorlama ile Atatürk’ü “Türk Milliyetçiliği ile alakası olmayan”, ”sosyalizme ve bolşevikliğe yakın” gibi gerek Millî Eğitim Bakanlığının müfredatları ile okullarımızda, gerekse sosyal hayatımızın içerisinde (sivil kuruluşlar v.b) “Kemâlizm” yahut “Atatürk Milliyetçiliği” gibi aslında hiç de kendisi ile alakalı olmayan fikirler ile önümüze sunmuşlardır.
İşte tam da burada “Atatürk Modası” başlamıştır.
Bu öyle bir modadır ki bizlere farklı anlatılan bilgiler ile içi boş, dışı süslü amma gerçek ile alakası olmayan gençler yetiştirmiştir.
Meselâ bu güruhun literatürümüze soktuğu “Atatürk Milliyetçiliği” sözünü irdeleyelim,
Atatürk Milliyetçiliği kavramını çıkaran 80 öncesi iyi bildiğimiz komünist-millî olmayan düşüncedir.
Sebebi ise Atatürk’ün isminden rant etmek, Türk Genci’ni Atatürk’ün fikri olan Türk Milliyetçiliği’nden uzaklaştırmak ve Türkçü olmayan bir milliyetsiz sosyalist anlayış “solcu” mantığı ile alternatif bir Milliyetçilik akımı sağlamak içindir ve ne yazık ki kraldan çok kralcıların da işine gelmiştir.
“Atatürk Milliyetçiliği” diye bir kavram olmaz / olamaz…
Hele hele “Benim naciz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır” diyen bir insanın milliyetçiliği olabilir mi?
Zirâ milliyetçilik adından da belli olduğu gibi bir milliyet ile alakalıdır, şahısların değil millet’in milliyetçileri olur.
O yüzden bu sözün aslı “Atatürk’ün Milliyetçiliği” yani “Türk Milliyetçiliği” olmalıdır.
Ulu Önder Atatürk’ün fikirlerini benimsememiş veya kendisinin düşüncelerini ülkemizi muasır medeniyetler seviyesine getirmesi için yorumlayıp fikir üstüne fikir katmamış bir kimse zaten Türk Milliyetçisi olamaz.
Biz en büyük üzüntümüzü bir ildeki Atatürkçü Düşünce Derneği’ne gittiğimizde Ulu Önderimizin fotoğrafının yanında che guevera’nın resmini görünce yaşamıştık.
Hayatı boyunca “bolşevik ve komunistlerden” uzak duran bir Mustafa Kemâl’in, onu sevdiğini iddia eden bir gençlik tarafından resminin yanına che’nin resmini koyulmasını çok garipsemiştik…
Nedenini sorunca cevap olarak “che devrimci ulu önder de devrimci o yüzden” demişlerdi.
Bunun üzerine o zaman “Humeyni de devrimci” onun da resmini koysanıza dediğimizde söyleyecek söz bulamamışlardı…
Hiç milliyet fikrine düşman komunist che ve yobaz humeyni ile Bozkurt Mustafa Kemâl ATATÜRK bir olur mu?
Atatürk’ün “devrimciliğinin” Bozkurtluğu’ndan geldiğini dünya biliyorken bu gerçeği görmezden gelmek “Atatürkçü Gençliğe” yakışıyor mu?
Hayatımız boyunca bizden hep gerçek Mustafa Kemâl’i sakladılar.
İşte yukarıda bahis ettiğim “bazı devşirmeler” artık gerçek Atatürk fikirlerini bir kenara bıraktırıp gençliğe yüzeysel, gerçekle alakası olmayan bir moda başlattılar.
“Atatürk Modası” diğer adı ile “Kemâlizm” veyahut “Atatürk Milliyetçiliği”…
Atatürk’e saygı duymanın veya fikirlerini benimsemenin(!)…
Yakasına bir Atatürk rozeti takarak,
Anıtkabire gidip gezerek,
Arabasının arkasına imza resmini yapıştırarak,
Koluna imzasının dövmesini yaparak,
Sadece 10 Kasımlar da siren sesinde ayakta bir dakika durarak,
İnanıyorum deyip, inandığı dinin gereklerini kendi iradesizlikleri dolayısı ile yapmadıkları/yapamadıkları yerde kendince çözüm bularak,
“Atatürkçü’yüm arkadaş, din Allah (c.c) ile kul arasında” deyip, günahlarına bile Atatürk’ü alet ederek,
Ha birde “en büyük Atatürkçü, en büyük Kemâlist benim” diye bağırıp diğer herkesi rejim düşmanı ilan ederek olunacağını zannediyorlardı.
Özellikle 80′den sonra bu zümre epeyce fazlalaştı.
Ne yazık ki bu zihniyetin olduğu yerde, bu zihniyetin karşısında bir etki-tepki meselesi gibi, Atatürk’ü ilahlaştıranların olduğu bir ortama tepki olarak ta Atatürk’ü tümü ile (fikirleri ve düşünceleri de dahil) kabul etmeyenleri de çıkarmıştı hatta bu o kadar ileriye gitti Atatürk’e “hakaret” etmenin bile moda olduğu zamanlar oldu…
“Şurası unutulmamalı ki bu tarz-ı idare bir bolşevik sistemi değildir. Biz ne bolşevizim ne de komünist; ne biri ne diğeri olamayız.
Çünkü biz milliyetperver ve dinimize hürmetkarız.
Hülâsa bizim şekl-i hükümetimiz tam bir demokrat hükümetidir ve lisânımızda bu hükümet halk hükümeti diye yad edilir.”
(Atatürk’ün söylev ve demeçleri cilt:3 , 2. baskı s. 20)
…sözüne rağmen genellikle komünistlerin bir zamanlar “Kazım Karabekir Paşa ve Atatürkün bolşeviklerle yakın teması vardır aslında Mustafa Kemâl Paşa sıkı bir sosyalisttir” demeleri ve sadece o büyük insanın bir siyasi manevrasını göremeyen cahillerin at gözlüğü ile olaya yaklaşmaları gibi, aynı durum da Atatürk’ü sadece rakı içen, zevk-ü sefa içinde yaşayan, dini kötülüyen güya İslâmı yıkmaya çalışan biri olarak gören zümreleri de ortaya çıkarmıştır…
Bu zümreler bazen öyle ileriye gitmişlerdir ki Başbuğ Atatürk’ü dini yıkmak(!) ile ilgili eleştirme ve hakaret etme cürretinde bulunmuşlardır.
Özellikle son 11 yılda biraz da mevcut iktidarın yaptığı icraatler ile de doğru orantılı olarak bir takım gazeteci diye gezinen işbirlikçi yalaka zatlar uydurmadan makaleler yazıp Atatürk’ü eleştirme hadsizliğine girmişlerdir.
Birinin kalkıp başka birini eleştirmesi veya “şurada yanlış yaptı” demesi için, o kişinin eleştirdiği kişiden ya “yaptıkları” ya “icraatları” ya da “fikirleri” bakımından üstün veya “sözü dinlenebilir” yerde olması gerekir ki eleştiri eleştiri olsun…
Yoksa buna eleştirmek denmez HADSİZLİK denir.
Şimdi buradan soruyorum o HADSİZLERE…
ATAM yaptıkları, yapmak istedikleri, icraatları ve fikirleri hatta sadece bir sözü ile bütün TÜRK Milleti’ne ve yabancı ülkelere söz geçirmiş iken sen evindeki hanımına, çocuğuna söz geçirebildin mi?
…İşte tam bu ayrımda bizler yani Türk Milliyetçileri devreye giriyoruz.
Çünkü Türk Milliyetçisi Mustafa Kemâl Atatürk’ü;
Ne sosyalist, ne komünist, ne inanç düşmanı, ne de tövbe hâşâ ilah olarak görür…
Kendisini Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlığında aktif rol alan, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, Türk Milliyetçiliği’nin yapı taşlarından biri ve Türk’ün Başbuğ olarak görür.
Bizleri ne sosyal hayatı ne de o zamanın gerekliklerinden biri olan Rusya ile veyahutta başka bir ülke ile yakın temas ta bulunması ilgilendirir.
Bizleri ancak ve ancak düşünceleri, fikirleri ve neyi hedeflediği ilgilendirir.
Eğer biz Türk Ülküsü içerisinde Ziya Gökalp’i başlarda bir yere koyuyor isek ki koyuyoruz; Mustafa Kemâl Atatürk’ü de Hemen Ziya Gökalp’in yanına koymalıyız.
Çünkü Atatürk’ün de dediği gibi…
“BENİM RUH BEDENİMİN BABASI; ALİ RIZA BEY,
HEYECANLARIMIN BABASI, NAMIK KEMÂL,
FİKİRLERİMİN BABASI, ZİYA GÖKALP’TİR.”
(Kaynak: Prof. Dr. Hikmet Tanyu,Atatürk ve Türk Milliyetçiliği, s.179, Orhan Karaveli, Ziya Gökalp’i doğru tanımak,Yusuf Koç-Ali Koç, Tarihi gerçekler ışığında belgelerle Mustafa Kemâl Atatürk, s.21)
Biri “ben Atatürk’ü seviyor ve fikirlerini benimsiyorum” diyor ise Ziya Gökalp’in hangi fikirde olduğunu öğrenmeli ve o düstur üzerinde devam etmelidir.
Eğer biri ben “Atatürk’ü seviyorum” diyor ise ve Ziya Gökalp’ten “faşist” diye bahis ediyor ise kendi Atatürk severliliğini kontrol etmesi gerekir.
Bununla beraber, Türk Milliyetçisi’nin hem hayran hem minnetkâr olduğu cedlerinden Fatih Sultan Mehmed ile Mustafa Kemâl arasındaki benzerliğe dikkat çekmek isterim.
Peygamberin müjdesine nâil olmuş, Sultan II. Mehmed, İstanbul’un Türkler tarafından birinci fethinde, fethettikten sonra söylediği söz ile , İstanbul’un Türkler tarafından ikinci kez Mustafa Kemâl tarafından feth edildiği 1923 yılındaki, söylediği sözün “aynı” olmasının tesadüf ile açıklanması mümkün değildir!
Fatih Sultan Mehmed’in kendisine karşı kampanya açmış olan Papa II. Pius’a yazdığı mektupta ;
“İtalyanlarla aynı kökten olduğumuz ve onlar gibi Rumlardan “Hektor’un kanının intikamını almaya hakkım” olduğu halde, İtalyanların bana düşmanca davranmalarına ve Rumları bana karşı korumalarına hayret ediyorum.”…söylediği tarihte yerini almışken,
Mustafa Kemâl’in de, Sabahattin Eyüboğlu “Mavi ve Kara” adlı denemeler kitabında Atatürk’ün yanındaki bir subaya “Dumlupınar’da Troya’lıların öcünü aldık” dediğini, benzer sözleri 1921’de Sakarya muharebesinde ve 1918’da Haçlılar tarafından işgal edilmiş İstanbul’un 1923’de ki fethinden sonra da, “Hektor’un öcünü aldım” dediğini yazdığını biliyoruz.
Hektor meselesi uzun bir mesele lâkin araştırılınca Türk olduğu zaten kanıtlanmış bir bilgidir.
İşin garibi ise, Fatih Sultan Mehmed’e “delice” bağlı olanlar ve Resulullah’ın övgüsüne, İstanbul’u feth ettiği için mazhar olduğuna inananların, Haçlılardan ikinci kez İstanbul’u alan Mustafa Kemâl’e hakaret etmeleridir.
Allah-û Teâla’nın hikmetleri ve ilâhi mesajları bunla da bitmez anlayanlara…
13 Kasım 1918’te Haçlılar tarafından ikinci kez işgâl edilmiş İstanbul’un…
İlk Fethini Sultan II. Mehmed’e nasip eden Rabbim,
İkinci kez Mustafa Kemâl’e nasip eder.
ve İstanbul’un ikinci kez feth edildiği 6 Ekim 1923 tarihinde,
İstanbul’u Haçlıya peşkeş çeken ve 1922’de Avrupa’ya kaçan,
Hain Damad Ferit’in canını ,aynı gün Fransa’nın Nice şehrinde alır…
(6 Ekim 1923 İstanbul’un kurtuluşu ve Fransa Nice’de Damat Ferit’in ölümü.)
Bitmez “İlâhi Mesaj” anlamak isteyenlere…
İstanbul’un ikinci feth edilişinin resmi imzasını da Yusuf Akçura’ya nasip eder Rabbim…
(Mustafa Kemâl Haçlılar’dan İstanbul’u geri alma görevini Yusuf Akçura’ya vermiştir)
Tabii, bütün bunları bilmeyen hatta Yusuf Akçura kimdir, onu da bilmeyenlere şimdi ne desek boş…
Zirâ bu ilâhi mesajları görmeyenlerin bazıları Atatürk’ü milliyet düşmanı, bazıları komünist bazıları da din düşmanı deyip
sûistimal ediyor.
Bu arada bahsetmeden geçemeyeceğim, şu sıralar çokça karşılaştığım bir durumdur…
Birileri Mustafa Kemâl Atatürk’e “Atamız” denmesinden rahatsız olduklarını söyleyip dururlar. Onların deyişine göre “Ata kelimesi neden sadece Atatürk hakkında söyleniyor da Teoman, Mete Han, İşbara, Fatih Sultan Mehmet veya Sultan Alparslan v.s gibi ceddimiz hakkında söylenmiyormuş. Bu durum bu zevatları çok(!) üzüyormuş”…
Şimdi böyle bir söz söylenmesinin ard niyetli olduğu apaçık bellidir lâkin biz yine de dilimiz döndüğünce cevap vermeye çalışalım;
Öncelikle ceddimizi, Fatih’i, Osman Gazi’yi, Şeyh Edebalı’yı …v.s bilmeyen ve sevmeyenden Türk Milliyetçisi olur mu?
Tabi ki olmaz.
Demek ki bahis edilen büyük zatlar da bizim için Atadır, Ceddir.
İslam literatüründe bir çok peygamberlerden bahis edilirken, Hz.Nuh (a.s) için “İkinci Adem (a.s)” diye bahis edilir zirâ mâlûmunuz yok olmuş veya yok olmaya maruz kalmış bir dünya, insan soyu Hz.Nuh (a.s) ve ailesi ile tekrardan meydana gelmiştir,
“Teşbihte hata olmaz” der büyüklerimiz…
Teoman, Mete Han, Sultan Alparslan, Fatih..v.s Atalarımız fetih yapmıştır çoğunlukla, yani üzerine düşman saldırmış ve yıkılmaya yüz tutmuş, düşmanların bölmeye çalıştığı bir vatan’ı tekrar canlandırmaktan daha çok bir beylikten, boydan Dünya Devleti kurmuşlardır.
Atatürk ve silah arkadaşları ise parçalanmaya yüz tutmuş, yabancıların mandacılık oynadığı ve cirit attığı bir ortamda vatanımızı kurtarmışlardır.
Biz Mustafa Kemâl Atatürk’e ATA diyor isek saygımızdan, parçalanmakta ve düşmanlar tarafından paylaşılmakta olan bir vatanı tekrar topladığı için diyoruz. Yoksa bahis edilen her ceddimizi bir ata olarak kabul etmekte ve hayırlar ile yâd etmekteyiz…
Zaten bu tür kimseler de ATATÜRK kelimesindeki Ata hecesinden daha çok TÜRK adı ile sorunu olan fakat direkt bunu söyleyemeyen art niyetli kimselerdir!
Sonuç olarak Mustafa Kemâl Atatürk aynı bizim için kutsal olan dinimiz gibi sûistimâl edilmeye çalışılmış ve bu iki değer sûistimal edildiği için milletimiz bir çok zararlar görmüştür.
Türk Milliyetçisi her şeyden önce “kelimeleri” veya “şahısları” değil “fikirleri” önemser ve bu fikirleri hayatına yansıtmaya çalışır.
Hayatına yansıtınca zaten o “kelime” ve/veya “şahıslara” gerekli önemin verildiğini görecektir.
Önemli olan fikirlerin ne olduğudur?
Şimdi alıntısını yaptığım olay bir zorlama veyahutta bir şeyler çıkarma değildir sadece bir tespittir.
İsteyen istediği şeye inanmakta özgürdür…
Ricâmız bizim tespit ettiğimiz durum başka yerlere çekilmesin,objektif bakılsın…
Alıntı;
(Kılıç Alinin Anıları, Sayfa 659. , Hulusi TURGUT)
”Atatürk’ün son saatleri…”
Tüm tedavilere rağmen günden güne eriyen Atatürk, 8 Kasım 1938 günü şiddetli bir rahatsızlık daha geçirdi.
Atatürk, bu sırada Hasan Rıza Bey’e (bakarak) ‘Saat kaç?’ diye birkaç kez sormuş,
Hasan Rıza Bey, her soruşunda ‘Saat 7 efendim’ diyerek cevap vermişti.
Bu sırada kendisine haber verilen Neşet Ömer Bey de gelmişti.
Adravaya ile Atatürk’e gereken tedavileri yapıyorlar ve bazı önlemler alıyorlardı.
Neşet Ömer Bey bir ara
“Dilinizi göreyim efendim” diye seslendi.
Atatürk, dilini yarıya kadar çıkardı.
Neşet Ömer Bey, ‘Biraz daha uzatınız efendim’ diye seslenince,
Atatürk, Neşet Ömer Bey’e bakarak, ”vealeykümüsselam” diyerek gözlerini kapattı.
Atatürk son kez komaya girmişti.
9-10 Kasım gecesini rahatsız geçiren Atatürk, artık derin bir uykuda gibi yatıyor ve ölümü bekliyordu.
10 Kasım 1938 günü saat 8 gibi bir ara gırtlağından “Hı Hı Hı” sesleri çıkarmıştı.
Saat 9′u 5 geçe gözlerini son kez açarak etrafına baktı ve hemen kapattı.”
…
“Onlar; Meleklerin, “Size selâm olsun. Yapmış olduğunuz (iyi) işlere karşılık cennete girin” diyerek tertemiz olarak canlarını aldıkları kimselerdir.”
(Nahl suresi 32. Ayet)
…ve anlamak isteyene ufkumuzu genişletmek adına bir not.
1932 yılındaki Miraç Kandilinde, Mustafa Kemâl ATATÜRK’in emriyle o zamanki Ayasofya Camii’nde mevlid okunduğunu ve radyolardan bütün Türkiye ve komşu olan Müslüman ülkelerden canlı olarak yayınlandığını ve bunun İslam Dünyasında bir ilk olduğunu biliyor muydunuz?
Tabii bu Mustafa Kemâl Atatürk’ün dindar olup olmadığını belli etmez zirâ onu Rabbim bilir.
Ama şimdilerde bazıları gibi Besmele ile klise açmadığını düşünürsek en azından inançlara saygılı olduğu kanaati zihinlerimizde oluşmaktadır…
İnsanın bir konu hakkında ne düşündüğü sözlerinden belli olmaktadır.
İsterseniz Mustafa Kemâl ATATÜRK’ün İslâm Dini ve Peygamber Efendimiz hakkındaki birkaç sözünü paylaşayım böylece yukarıdaki yazılanlar da bir temele oturmuş olur…
-“Ey Millet! Allah birdir. Şanı büyüktür. Allah’ın selameti, atıfeti ve hayrı üzerinize olsun. Koyduğu esas kanunlar, Kur’ân-ı Azimüşşan`daki ayetlerdir. İnsanlara feyz ruhunu vermiş olan dinimiz son dindir. Ekmel dindir. Çünkü dinimiz akla, mantığa, hakikate uymamış olsaydı, bununla diğer ilahi ve tabii kanunlar arasında aykırılıklar olması gerekirdi. Bütün ilahi kanunları yapan Cenab-ı Hak`tır.”
(Atatürk`ün S ve D. c. 2, s. 93)
-“Türk Ulusu daha dindar olmalıdır. Yani tüm sadeliği ile dindar olmalıdır. Dinime, bizzat gerçeğe nasıl inanıyorsam buna da öyle inanıyorum…”
(Atatürkün Söylev ve Demeçleri, cilt 3, s. 69-70, 29.10.1923, Fransız yazar Maurice Pernotya verdiği demeç)
-“Muhammed Mustafa, peygamber olmadan evvel kavminin sevgisine, saygısına, güvenine erişti… Fahrıâlem Efendimiz, sonsuz tehlikeler içinde, tükenmez sıkıntılar ve zorluklar karşısında yirmi sene çalıştı ve İslâm dinini kurmaya ait peygamberlik görevini yapmayı başardıktan sonra cennetin en yüksek katına erişti.”
1922 (Atatürk’ün S.D.l, s. 262-263)
-“Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri, Cenab-ı Hak tarafından insanlara dinî gerçekleri bildirmeye memur ve elçi olmuştur. Anayasası, hepimizce bilinir ki, şanı büyük olan yüce Kur’an’daki naslardır. İnsanlara gelişme ve aydınlanma ışığı vermiş olan dinimiz, son dindir, en eksiksiz dindir.”
1923 yılında Balıkesir Zağnos Paşa Camii’nde minberden söylemiştir:1923 (Atatürk’ün S.D.11, s. 94)
-“Din insanların gıdasıdır. Dinsiz adam boş bir eve benzer. İnsana hüzün verir. Mutlaka bir şeye inanacağız. Bu dinlerin en sonuncusu, elbette en mükemmelidir. İslam dini hepsinden üstündür. Onun hak peygamber olduğundan şüphe edenler, şu haritaya baksınlar ve Bedir destanını okusunlar.
Hz. Muhammed’in bir avuç imanlı Müslümanla mahşer gibi kalabalık ve alabildiğine zengin Kureyş ordusuna karşı Bedir Meydan Muharebesi’nde kazandığı zafer, fâni insanların kârı değildir. Onun peygamberliğinin en kuvvetli delili işte bu savaştır.”
(Atatürk ve Din Eğitimi, Ahmet Gürbaş, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, s.2)
-“Büyük bir inkılap yapan Hazreti Muhammed (sav)’e karşı beslenilen sevgi, ancak onun ortaya koyduğu fikirleri, esasları korumakla tecelli edebilir.”
(Şemsettin Günaltay, Ülkü Dergisi, sayı 100, s.4)
-“O, Allah’ın birinci ve en büyük kuludur. O’nun izinde bugün milyonlarca insan yürüyor. Benim, senin adın silinir; fakat sonuca kadar O, ölümsüzdür.”
(Dr. Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, Atatürk ve Din Eğitimi, A. Gürtaş, s. 26)
En son paylaşacağım söz Mustafa Kemâl’in vefatından 3 ay önce söylediği sözdür ve kaynak devletin resmi yayınıdır…
*(Bunu özellikle yazıyorum zirâ bazıları, Mustafa Kemâl’in ilk meclisi kurarken daha çok bu tür sözler söylediğini daha sonrasında ise gerçek(!) niyetini ortaya koyduğunu söylerler, bakınız bu söz vefatından 3 ay önce söylediği sözdür ve kaynak Devletin resmi kaynağıdır)
-“Bütün dünyanın Müslümanları Allah’ın son peygamberi Hz. Muhammed’in gösterdiği yolu takip etmeli ve verdiği talimatları tam olarak tatbik etmeli. Tüm Müslümanlar Hz. Muhammed’i örnek almalı ve kendisi gibi hareket etmeli; İslamiyet’in hükümlerini olduğu gibi yerine getirmeli. Zira ancak bu şekilde insanlar kurtulabilir ve kalkınabilirler.”
(Urduca Yayınlarda Atatürk, A.Ü. Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Yayını, 1979, s. 70-71)
Altını tekrardan çizmek isterim ki inancımıza göre Peygamber Efendimiz hariç her insan beşerdir dolayısı ile şaşardır…
Hata yapması da normaldir…
Mesele neye inandığı, neyi ülkü edindiği, hangi fikre sahip olduğu ve sorumlu oldukları için ne yaptığıdır.
Tarihi ve tarihi şahsiyetleri bu minvâl üzerine okumamız ve incelememiz gerekir…
Bizim bu paylaşımımız ve derlemelerimiz, Atatürk’ü dindar veyahutta ehl-i iman göstermekten daha çok, fikriyatını anlatmak için yazılmıştır.
Bugün Atatürk’e düşman olanlar, Atatürk’ün “Ata”sına değil “TÜRK”üne düşmanlardır bunu iyi bilelim.
Zaten bunu bildiğimiz gün ayağa kalkmamız gecikmeyecektir…
Bu derleme ve paylaşım önce Türk Gençliğine ve Türk Milletine, sonrasında,
1938’den sonraki yanlışları Mustafa Kemâl Atatürk’e yüklemek isteyen yobazlara ve bize ulu önderi milliyeti ve milliyetçiliği kabul etmeyen sosyalist gibi tanıtmaya çalışan sahte Atatürkçülere ithâfen paylaşımdır…
Dileğim odur ki Türk Genci “gerçek tarihini” okusun, araştırsın ve geleceğe bakışını geçmişin izleri ve dersleriyle düzenlesin.
Türk Milleti’ni silah arkadaşları ile birlikte esaretten kurtaran, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve İstanbul’un ikinci fethini gerçekleştiren, büyük Türk kumandanı ve Türk Milliyetçisi Mustafa Kemâl Atatürk’ü rahmet, minnet ve özlemle anıyorum.
Nur içinde yat Türk’ün yüce Başbuğu…
Ne seni kendilerine kalkan edinen din düşmanı yalancı laik(!) tayfasına ne de sözde İslamcı yeşil komünist yobazlara aman vermeyeceğiz.
Bizler senden razıyız, inşaallah Allah’ta razı olur…
Emanetin başımızladır…
Selam ve saygılarımla…
Murat ÇALIK
10.11.2011 / Perşembe / İzmir