Üreten bir millet, nasıl tüketen hâline getirilir?
1923 yılında Mustafa Kemal Atatürk’ün, Anadolu ve Rumeli Müdafai Hukuk Cemiyeti Başkanı sıfatı ile yayınladığı beyannamede aşağıdaki bazı maddelerle tarıma yer verilmiştir (Demirci ve Özçelik, 1990);
-Tütün tarımı ve ticareti, milletin en yüksek faydayı temin edeceği şekilde düzenlenecektir.
-Maliye çiftçilere, sanayicilere, ticaret ile uğraşanlara kolaylıkla borç verebilecek şekilde ıslah edilecektir.
-Ziraat Bankasının sermayesi artırılacak ve çiftçilere daha kolay ve daha fazla yardım edebilmesi temin olunacaktır.
-Ülke çiftçileri ile büyük ölçüde tarım makinaları ithal edilecek ve çiftçilerimizin tarım alet ve makinalarından kolaylıkla yararlanmaları sağlanacaktır.
Ayrıca Mustafa Kemal Atatürk’ün,
Tarım ve üreten Türk Çiftçisi hakkında söylediklerinden birkaçı aşağıdaki gibidir;
“Milli ekonominin temeli tarımdır.”
“Eğer milletimizin büyük çoğunluğu çiftçi olmasaydı, biz bu gün dünya üzerinde olmayacaktık.”
“Türkiye’nin gerçek sahibi ve efendisi, gerçek üretici olan köylüdür.”
“Milletimiz çiftçidir. Milletin çiftçilikteki çalışma imkanlarını, asri ve iktisadi tedbirlerle en yüksek seviyeye çıkarmalıyız.”
“Köylülerin gözleriyle görebilecekleri, çalışmaları için örnek tutacakları, verimli, modern, uygulamalı tarım merkezleri kurmak gereklidir.”
“Bende çiftçi olduğumdan biliyorum. Makinesiz tarım olmaz.”
…
Yukarıdaki sözleri yazmamın sebebi Cumhuriyetin ilk yıllarında Türk Devlet Politikasının tarıma bakışı idi…
Şimdiki duruma baktığımızda ise,
-Çiftçilere verilen destekler çok yetersiz kalmış hatta tamamen kaldırılmış ürün girdileri çok uluslu şirketler tarafından sürekli artırılmıştır,
-Çiftçilerin bin bir eziyetle, çileyle elde ettiği ürünlerin fiyatı maliyetlerin altında belirlenmiştir.
-Üretici fiyatı ile market fiyatı arasında yüzde 300-400 oranında fark oluşmuş, üretimden pazarlamaya uzanan zincirde, çiftçilerin egemenliği açısından herhangi bir çalışma yapılmamıştır.
-“Gerekirse ithal ederiz” mantığı egemen olmuş ve önceleri iç tüketimi karşılayıp üstüne ihraç edilen çoğu tarım ürünlerini şimdilerde dışarıdan ithal eder duruma düşülmüştür.(2001 yılında 3 milyar dolar olan tarım ithalatı, 2008 yılında 13 milyar dolarlara çıkmıştır.)
-Türk Çiftçisi’nin yani tarım nüfusunun yüzdesini (AB uyum kriterlerine göre) düşürmek amacı ile çiftçilerin maliyetlerini yükseltecek bazı vergiler icad edilmiş, girdilerin fiyatları yükseltilmiş,
Böylece Türk Çiftçisi emeğinin karşılığını tam olarak alamamış ve zarar etmiştir
-Serbest piyasa adı altında, devletin tarım ürünleri satış piyasasındaki gözetimi kalkmış bir çok tarım ürününe arz-talep bahane edilerek inişli çıkışlı fiyatlar verilmiş, bir sene çok iyi satılan ürün bir sene sonra fahiş bir fiyata düşmüştür.
-Makineleşme hakkında nerede ise hiçbir şey yapılmamıştır.
-İlk üretici olan Türk Çiftçisi çok uluslu firmaların insafına bırakılmıştır…v.s
Böylece Türkiye için üreten ilk el olan çiftçiye destek veren bir yapıdan tarım ile uğraşanların sayısını AB uyum kriterlerine göre azaltıp , Türk Çiftçisini içinden çıkılmaz bir duruma sokan ve üretmek yerine tüketmeye yönlendiren bir yapı içerisine girilmiştir.
Bankalardan “az faizli” diyerek kandırılarak aldıkları borçlarla, 3 hatta 4 sene sonrasının parasını yemiş ve bitirmiş Türk köylüsü, evlatları da medya ile pohpohlanarak “lüks yaşama ve tüketime” alıştırarak köyünü beğenmemeye başladığı için, artık iyice bunalmış ve işin içinden çıkamayınca köyündeki tarlasını ucuza satmış, şehirlere yerleşmiştir.
Gel gör ki şehire taşınan çiftçi ve ailesi, istihdam üzerinde doğru atılımlar ve çalışmalar yapılmadığı için düzgün bir iş bile bulamamış,
Bundan dolayıdır ki; şehirler etrafta “bunalmış” birçok insanın dolaştığı ve her an patlamaya hazır kişilerin bazen de dehşet saçtığı yerler hâline gelmiştir.
Bütün bu yanlış politikalar yüzünden ne yazık ki; üretenin azaldığı tüketenin çoğaldığı bir toplum hâline getirildik.
Herkes okusun diye o kadar çok da derine girmeyecek, uzatmayacak ve sayılar ile sizi boğmayacağım zirâ bu yazıyı karalamamın en önemli sebebi, birinci olarak herkes anlayabilsin diye ikinci olarak ise önceden “üreten” bir toplum iken şimdi nasıl ihraç ettiğimiz ürünleri ithal eden “tüketen” bir toplum olduk sorusudur?
Zannediyorum sorunun cevabı yukarıdaki sözler ve yapılanlar ile belli…
Üreten nüfusa sahip çıkılmadığı sürece, Türkiye’de düze çıkılamaz.
Sen üreten nüfusu bırak desteklemeyi üzerine bir de kösteklersen, her geçen gün tüketen toplum fazlalaşır.
Şehirlerinde işsiz ve bunalmış çoğunluk artar bununla beraber hırsızlık, cinayet, fuhuş, uyuşturucu kullanımı..v.s gibi toplumu bozacak faaliyetler iyice gün yüzüne çıkar.
Sonuçta bir zamanlar ihraç ettiğin birçok ürünü şimdilerde daha büyük maliyetlere başkalarından ithal edersin.
Sonuçta kazanan kim mi olur?
Sana ürününü pahalı satan yabancı sermayeler.
Kaybeden ise ne yazık ki Türk Milleti.
Peki ne yapılmalı?
Muasır Medeniyetler seviyesine ulaşmak için Türk Devlet Politikasına girmesi gereken model Millî Ekonomidir. Millî ekonomi için “Türk’çe Devlet Düzeni” şarttır.
Milli Ekonomi’nin güçlenmesi öncelikle gerçek üretici olan Türk Çiftçisi’ne sahip çıkmak ile olur.
Bu sahip çıkılma da ancak ve ancak Türk Çiftçisinin maliyetlerini azaltıp (yatlara 1 TL’ye Çiftçiye 4 TL’ye mazot vermek ile, çiftçiden yüksek vergi alıp kuyumcudan cüz’i vergi almakla maliyetler düşmez!) verimini yükseltmek ile olur.
Bunun için teknolojik imkanlardan yararlanmak ve tarım ekonomisindeki bilimsel çalışmalara sahip çıkmak ve desteklemek gerekir.
“Birileri aya gitti ama biz yayayız” demeden önce, birileri tarımda mekanizasyona geçti biz hâlâ sabanla çift sürmekteyiz dememiz ve bu söz üzerinde düşünmemiz gerekir.
Eğer Türk Çiftçisi desteklenmez ise günümüzde bir çok örneğini ne yazık ki gördüğümüz, kolaylıkla iç tüketimi karşılayacak hatta ihracata büyük katkısı olacak bazı meyve ve sebzeleri dışarıdan almak zorunda kalabilme durumu ortaya çıkar.
Bu durum ise üreten toplum yerine tüketen toplum olmamıza neden olur.
Türk Milleti’nin temelini oluşturan GERÇEK üreten Türk Çiftçisi desteklenmek yerine kösteklendiği sürece hem ekonomimiz hem ithalatımız hem de ihracatımız büyük yara alacaktır ve bunun tabii sonucu olarak istikbâlimiz karanlık olacaktır….
Velhâsılkelâm gün geçtikçe Devlet Politikası olarak belirlenilen “yabancı kaynaklı ve yabancı sermaye endeksli” politikalar bir çok değerimize zarar vermektedir.
Tarım politikası bu yanlışlardan sadece bir tanesidir.
Biraz içine girdikçe geleceğin ne denli karanlık olduğu ne yazık ki bellidir…
Bu karanlığın sebebi ise 1944’de imzalanan Bretten Woods anlaşması ile zaten yarı bağımlı olan ekonomimiz iyice bağımlı hâle getirilmek içindir.
Bir milletin, eğitimi, ekonomisi…v.s bağımsız değil ise, o milletin bağımsızlığından söz edilemez.
Saygılarımla
Murat Çalık
10.06.2014
Not: Yukarıdaki yazı “bilimsel” olmaktan çok, konu ile alakası olan olmayan herkesin durumun vahametini anlaması için yazılmıştır.